top of page

Şifa Yolu

  • Yazarın fotoğrafı: Urala
    Urala
  • 8 Nis
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 9 Nis


Merhaba canımlar,


Uzun zamandır burada sessizdim çünkü hayatı kendi gerçekliği içerisinde yaşamayı seviyorum ve bu nedenle sosyal medyada vakit geçirmeyi pek sevmiyorum. Ancak sosyal medyanın mesajlarımızı geniş kitlelere iletmek için çok güçlü bir araç olduğu aşikar. Bu gücün ise sevgi, şefkat, anlayış ve birlik gibi mesajları yaymak için kullanıldığında, inşa etmeye çalıştığımız sevgi ve barışın hüküm sürdüğü yeni dünyaya hizmet edebileceğine inanıyorum.


Hem ülkemizde, hem de dünyanın bir çok yerinde zor günlerden geçiyoruz. Belki bir çok duyguyu çok yoğun bir şekilde aynı anda hissediyoruz. Peki dışarda sesler yükseldikçe, endişelerimiz, korkularımız, öfkemiz körüklendikçe, hissettiğimiz bu bir çok duyguyu dinlemeye, duymaya ve anlamlandırmaya alan yaratabiliyor muyuz? Tüm bu bağıran sesler arasında kalbimizin narin, incecik sesini duyabiliyor muyuz?


Seslerimiz ve seslerimizi duyurduğumuz, devamlı olarak izlediğimiz, odağımızı verdiğimiz sosyal medya hesaplarımız büyük bir güç. Gücümüzü nasıl kullanıyoruz? Öfkemizle bağırırken mi tüketiyoruz? Hep birlikte öfkemizi büyütürken mi harcıyoruz? Yoksa herkes için yaymak istediğimiz sevgi, anlayış ve barış eksenine bir davet olarak mı kullanıyoruz?


Sınırlarımız aşıldığında, saygı beklediğimiz bireysel alanlarımıza zorla girildiğinde öfke hissetmek hem çok doğal hem de işlevi olan bir duygu. Bize tam olarak da alanımızın çok daraldığını, nefes alamadığımızı söylüyor. Harekete geçmeye itiyor. Hadi uyan, kalk, değişim zamanı artık diyor.

Ancak sonrasında içimizde kaynamaya devam eden bu duygu ile nasıl sağlıklı bir bağ kuracağımızı bilemediğimizde, bizim onu değil, onun bizi yönetmesine izin verdiğimizde, uzun solukta öfkemiz bizi tüketmeye başlıyor. Sonra bir bakmışız ne kendimize, ne de çevremize bir hayrımız kalmış. Peki bunu görmemize rağmen öfkemizi bırakmakta ya da onunla daha derin bir bağ kurmakta neden bu kadar zorlanıyoruz?


Benim için genellikle bunun cevabı öfkemin altında yatan duygu veya yara ile yüzleşmekten korkuyor olmamdır. Çünkü belli ki kalbimin derinliklerinde canımı çok acıtan bir şey yatıyor, bakmak istemem. Bakmak istemedikçe, öfkeyle bastırırım. Başkalarına daha yüksek sesle bağırmaya başlarım, dikkatimi dağıtsın diye. 


Belki öfkemizin altında sevgiyle alan açılmasına ihtiyacı olan, görülmeyi, kucaklanmayı isteyen kalp yaralarımız, hüzünlerimiz, yaslarımız, kaybettiğimiz güzel anılarımız, bağlarımız, hayal kırıklıklarımız vardır. Bazen kalp yaralarımızla yüzleşmek çok acı verir, o nedenle öfkeyle bastırırız. Ancak hatırlamalıyız ki görülmeyen hiçbir yara şifalanamaz. Şifalanmayan her gönül yaramız ise sesini duyurmak için öfke ile bağırmaya devam edecek, tarih içerisinde yıllarca süren travmalarımızı yaşatmaya devam edecektir. Çünkü özünde yaralarımız görülmek ister, görülmedikçe ise kendini tekrar eder. Ta ki yargısız, saf sevgi, şefkat ve anlayış ile görülene kadar.


Ben bugün Türkiye’ye baktığımda çok yaralı bir ülke, yaralı bir toplum görüyorum. Hangi partiden, hangi taraftan, sağdan soldan, yaşından bağımsız, zamanında sevilmemiş, olduğu gibi kabullenilmemiş, kucaklanılmamış, konuşmak istediğinde susturulmuş, hayalleri yarım kalmış, kalpleri sayısız defa kırılmış milyonlarca insan görüyorum. Sadece kendisinin değil, kendisine tarihsel olarak aktarılan çok ağır travmaları da yüreklerinde taşıyan milyonlarca insan. 


Şimdi ise hepimiz yaralarımıza bakmaya korkuyoruz, korktukça öfke ile bağırmak istiyoruz. Çünkü canımız yanıyor. Ancak kime bağırıyorsak, aslında o da yaralı. Onun da canı yanıyor ve o da yarasına bakmamak için bize geri bağırıyor. Bir yerlerde hepimizin yaraları, toplumsal yaralarımız görülmeyi, anlaşılmayı, sevgiyle kucaklanmayı ve şifalanmayı bekliyor.


İşte değişim burada başlıyor. Birimiz duruyor, derin nefes alıyor ve bağırmayı bırakıyor. İçine bakıyor, görüyor, göz yaşı döküyor ve kendini sevgi ile kucaklıyor. Bugüne kadar hep başkalarından beklediği ama alamadığı anlayışı ve sevgiyi kendine vermeye başlıyor. Kendine verebildikçe, çevresine de verebilmeye başlıyor. Böylece birimizin kalbi iyileştikçe, sevgi ışığını daha da kuvvetli çevresine yaymaya başlıyor. Bu ışık başka birine de ilham oluyor, sonra o da içine bakmaya başlıyor. Böyle böyle bir bakmışız, toplum olarak hep birlikte yaralarımızı sarabilmeye, kendimizi ve birbirimizi sevgi ile kucaklayabilmeye başlamışız. Kolay bir yol olmadığı kesin ancak eminim her zaman bugünkü kadar zor olmayacak. 


Bu yol benim için politika değil, bir şifa yoludur. 

Hayalimizdeki toplumu inşa edebilmek için, önce hayalimizi bugün ve şimdide, egosal kimliklerimiz ile değil, kalbimiz ile kendi gerçekliğimizde yaratabiliyor olmamız gerekiyor. Zorluklar karşısında sevgi ve şefkat merkezinde güçlü kalabiliyor olmamız gerekiyor. Bunun için ise bolca derin nefesle kendimizi şifalandırmaya devam etmemiz gerekiyor. Yoksa beş, on sene sonra kendimizi başka isimli partilerle aynı gerçekliğin içinde buluyor olacağız, çünkü iyileşmeyen travmalarımız kendini tekrarlamaya devam edecektir. 


Bu yolu ne kadar birlikte yürürsek, o kadar güçlüyüz. Aslında tam da bu nedenle kendi şifa yolculuğumu sizlerle blogum aracılığıyla yazarak paylaşıyordum. Annelik yolculuğu bir süredir düzenli yazmamın önüne geçmiş olsa da, beni daha derin bir şifa yolculuğuna çıkardı. Şimdi ise hem kendimin hem dünyanın kanayan yaralarını görürken, içten sevgi ve yoldaşlık hikayelerine hiç olmadığı kadar çok ihtiyacımız olduğunu görüyorum. 


Bu nedenle sizi bu yolu benimle birlikte yürümeye davet ediyorum. Artık yeni bir instagram hesabım (@heartofurala) ve yeni bir websitem var: Heart of Urala. Burası benim kendi şifa yolculuğumu bulacağınız bir yer. Aynı zamanda burasının kendimize doğru olan yolu birlikte yürüdüğümüz ve büyüdüğümüz bir yer olmasını istiyorum. Bu nedenle yeni websitesinde sadece kendi hikayeme değil, sizden gelen yoldaş hikayelere de yer vermek istiyorum. 


Elif Şafak’ın Ted konuşmasını çok severek bir çok defa dinlemişimdir. Bu konuşmasının en sevdiğim kısmını burada sizinle paylaşmak isterim:


“Kimlik siyaseti bizi böler. Hikayeler ise bağlar. Politika genellemelere ilgi duyar. Hikayeler ise nüanslara. Biri sınırlar çizer. Diğeri sınır tanımaz. Kimlik siyaseti katı tuğlalardan oluşur. Hikayeler ise akışkan sudur… 


Sonunda, hikayeler dönen semazenler gibi hareket eder, çemberler çizer. Kimlik siyasetinin ötesine geçerek tüm insanlığı bir araya getirir. Konuşmamı eski bir Sufi şiiriyle bitirmek istiyorum:


“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.”

Ben de hikayelerin engin bir gücü olduğuna, kalplerimizden gelen samimi hikayeleri paylaşarak dünyadaki sevgiyi, neşeyi, şefkati ve nezaketi herkesi kapsayacak kadar genişletebileceğimize inanıyorum. 


İçeri girdikçe ve kalplerimiz arasında bağ kurdukça, yüreklerimizin ışığının birbirinden güç alarak dünyayı sevgi ile aydınlatacağına inanıyorum. Bu sebeple seni hayalimizi tam burada ve şimdide, sevgiyi seçtiğimiz her anda yaratmaya davet ediyorum. Hadi gel hikayelerimiz ile bağ kuralım, bir olalım, ruhlarımızı ısıtalım ve zihinlerimizi yeni olasılıklara açalım.


Sevgi ile,


Urala

Comments


bottom of page