top of page

#11 Kosta Rika Günlükleri: Evrenin Dili ve Teslimiyet

  • Yazarın fotoğrafı: Urala
    Urala
  • 21 Tem
  • 14 dakikada okunur

Kosta Rika'daki böyle büyülü bir hayat akışı içerisinde günlerden bir gün olağanüstü bir rüya gördüm. Her ne kadar rüya desem de, bu rüyanın ötesinde sanki başka bir boyuta geçiş gibi hissettirmişti kendini. Bembeyaz ışıklar içerisinde karşımda üç devasa ışık varlık vardı. İnsan değildiler, sanki melek gibi, ama çok da net bir formları yoktu, sadece çok parlak beyaz bir ışık topu olan üç varlık duruyordu karşımda. Bana "hakikati görmek istiyorsan bu sayıyı tekrar et" diyerek sanki bir telefon numarası gibi uzun bir sayı söylediler. Bu sayıyı birkaç defa tekrarladıktan sonra, benden uzaklaşmaya başladılar. Onlar uzaklaştıkça ben de uykumdan uyanmaya başladım. Uyanır uyanmaz unutmamak için söyledikleri sayıyı kitabıma not aldım. Açıkçası ne demek istediklerini, neyle ilgili hakikati bulmam gerektiğini, neyin hakikati olduğunu anlamamıştım. Ancak daha sonra bu sayı ile meditasyon yaparak bir şeyleri anlayabileceğimi düşündüm.


ree

Bu sırada reglim yaklaşık iki hafta gecikmişti. Ben seyahatten ötürü olduğundan emindim. Nitekim geçtiğimiz ay Andrew ile sadece bir hafta, beni Nikaragua'da ziyarete geldiğinde birlikteydik. Sonrasında o Los Angeles'a dönmüş, ben de Kosta Rika'ya gelmiştim. İlişkimiz gayet iyi gidiyor ve hemen hemen her gün konuşuyorduk. Nasıl daha çok birlikte olabileceğimizi, hayatlarımızı nasıl birleştirebileceğimizi konuşmaya başlamıştık. Ben göçebe ve seyahat halindeki hayatıma bayılıyor, ve bu yaşam tarzının tadını çıkara çıkara birkaç sene daha devam etmek istiyordum. Bu nedenle Andrew Los Angeles'taki işini bırakıp yoga eğitmen eğitimi alarak benimle seyahat etmeye karar vermişti. Bir yandan seyahat ederken bir yandan da gittiğimiz yerlerde yoga dersleri vermeyi düşünmüştük. Bu planlarımızı konuştuğumuz bir gün, ona reglimin geciktiğinden, bu nedenle biraz başımın ağrıdığından bahsettim. Tabii ki bu gecikme seyahat ve iklim değişikliğinden ötürüydü. Ancak Andrew farklı düşünmüştü. Bana "hamile misin acaba" diye sordu. Ben de "tabii ki değilim, saçmalama" dedim ve konuyu kapattım.


Bir sonraki konuşmamızda Andrew konuyu tekrar gündeme getirerek "eğer hamileysen ben hazırım, bir aile kurabiliriz" dedi. Ben ise şaşkına dönmüş, ne diyeceğimi bilememiştim. Her ne kadar masalsı bir hikayemiz olsa da tanışalı sadece beş ay oluyordu. Bu beş ayın ise sadece bir ayı fiziksel olarak yan yana geçmişti. Andrew'un ruh eşim olduğundan ve hayatlarımızın birlikte geçeceğinden şüphem yoktu ancak bu süre yine de aile kurmak için bana çok hızlı geliyordu. Aynı zamanda ben özgürlüğümün zirvesinde, hayatın keyfini yeni çıkarmaya başlamıştım. Hangi ülkede ne kadar istersem o kadar kalıyor, keyfim nasıl isterse öyle yaşıyordum, bu özgürlüğü vermeye daha hazır değildim. Dolayısıyla Andrew'a "yolda böyle pat diye çocuk mu doğurulur, ben anne olmaya daha hazır değilim, sen gerçekten kendini baba olmaya hazır hissediyor musun? Olmaz öyle şey, daha erken bunun için" diyerek konuyu tekrar kapattım.


Bu konuşmamızdan birkaç gün sonra ise Andrew tüm gün süren şamanik bir meditasyon yolculuğu seansına katıldı. Seans süresince derin bir meditasyonda kendi içinde bir yolculuğa çıkmıştı. Ertesi gün merakla deneyimini sordum. Bana şunları anlattı:


Andrew: "Bunu sana nasıl anlatacağımı bilemiyorum, ya da anlatıp anlatmama konusunda emin değilim, ancak sorduğun için söyleyeceğim. Gözlerimi kapayarak meditasyona girer girmez kendimi kocaman bir stadyumun arenasının tam ortasında sırt üstü yatarken buldum. Yana döndüğümde ise seni gördüm, tam yanımda yatıyordun. Hamileydin. Tüm stadyum ikimizin atalarının ruhları ile doluydu. Hepsi bizi destekliyordu. Aklımda seninle önceki konuşmamızdan kalan şüpheler vardı. İkimiz de ebeveyn olmaya hazır mıydık? Daha yeni tanışmıştık. Ancak tüm stadyum dolusu atalarımız bize 'evet' diye bağırıyorlardı. 'Evet! Hazırsınız, biz sizin arkanızdayız, sizi her daim destekliyoruz, siz bunun için yaratıldınız, bu ruhu dünyaya getirmek üzere bu zamanda bir araya geldiniz, bu ruha kucak açın, hepimiz sizin yanınızdayız, görmediğiniz muazzam bir desteğe sahipsiniz!' dediler bize. Sonrasında ise çocuğumuzun sesini duydum, bana 'baba, baba' diye seslendi. Biliyorum hamile olmadığını düşünüyorsun ancak bence sen hamilesin, bunu yakında öğreneceğiz. Biliyorum hazır olmadığını düşünüyorsun ancak hamile olduğunu öğrendiğimizde, rica ediyorum doğurma olasılığını hemen reddetmeden, en azından konuşabilir miyiz?”


Gözleri dolmuştu. Bu deneyimden çok etkilendiği belliydi. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Sonra ise içimde inanılmaz bir öfke kabarmaya başladı. Ben hamile değildim. Bunu kaç kere söyleyecektim? Ayrıca ben ona anne olmaya hazır değilim dedikten sonra nasıl olur da bana böyle duygusal bir baskı yapmaya kalkmıştı? Velev ki hamileydim, o zaman ona "baba baba" diye bağıran bir çocuğa hayır diyeceğim için kendimi ne kadar kötü hissedeceğimi bilmiyor muydu? Nasıl olur da bana kendimi kötü hissettirerek bir çocuk doğurmaya zorlayabilirdi beni?


Kızgınlığımın farkına varan Andrew ne düşündüğümü sordu. Ben ise bütün öfkemi ve düşüncelerimi ona tek tek söyledim. Bunun üzerine ise benden özür diledi. Tek niyeti deneyimini benimle paylaşmak, ne kadar etkilendiğini dile getirmekti. Tabii ki bana kötü veya suçlu hissettirmek istememişti.


Andrew: "Bu senin vücudun ve senin seçimin. Ben ne olursa olsun seni çok seviyorum ve her zaman yanındayım. Bu konuyu, sen istemedikçe bir daha açmayacağım.”


Böylece konuyu kapatmıştık. Sonraki günlerde ise Andrew sözünü tuttu ve konuyu bir daha açmadı. Her sabah mesaj atarak nasıl olduğumu sordu, bol bol bana sevgisini dile getirdi. Tartışmamızdan sonra Andrew'a olan sevgim ve güvenim derinleşmişti. Ben üzgün ve öfkeli olduğumda sakin kalabiliyor olması, beni dinlemesi, duyması, anlaması, tercihlerime ve sınırlarıma saygı duyması, sonrasında sevgi ve şefkatle yanımda destek oluşu takdire şayandı. Bunların hepsi hayatımı paylaşmak isteyeceğim erkekte olmazsa olmaz özelliklerdi.


Böylece günler geçmiş ve ben hâlâ regl olmamıştım. Bunun yanı sıra ara ara mide bulantıları, yorgunluk, iştah açılması gibi fiziksel semptomlar yaşamaya başlamıştım. Zihnimde deli sorular dönüyordu. Ya gerçekten hamileysem? Kürtaj olmak bir türlü içime sinmiyordu, karşı olduğum için değil, ama nedense bu olasılığı düşününce yüreğim rahat etmiyordu. Vücudum istemiyordu sanki, tüm hücrelerim hayır diyordu. Ancak bir çocuk sahibi olmaya da hazır değildim. Ne yapacaktım! Tam bu sırada günler önce gördüğüm rüya aklıma geldi. Melekvari ışık varlıklar bana bir sayı vererek, hakikati bu sayı ile bulabileceğimden bahsetmişlerdi. Bu sayı ile meditasyon yapmanın zamanı gelmişti sanırım.


ree

Akşam olduğunda altarımın önüne oturdum, mumlarımı yaktım ve gözlerimi kapayarak meditasyon yapmaya başladım. İçimden devamlı olarak bana verilmiş sayıyı tekrar ediyordum. Gözümün önünden anlamlandıramadığım görüntüler geçiyordu. Zihnim arada başka yerlere gidip geliyordu. Derken gözümün önünde bir adamın gölgesi belirdi ve bana bir kutu verdi. Önce bunu zihnimin uydurduğunu düşünerek üzerinde durmadım ve görüntünün akıp geçmesine izin verdim. Ancak sonra bir anda aklıma Greg geldi. Sedona'daki zamanım süresince Greg bana önemli bir tavsiye vermişti: "Eğer meditasyonların sırasında bir hazine, kutu görürsen veya biri sana bir hediye verirse, bu kutuyu mutlaka al ve açarak içinde ne olduğuna bak, bu sana verilen önemli bir bilgi veya içgörü olabilir." Zihnimde hemen geri döndüm ve tanımadığım adamın bana verdiği kutuyu teşekkür ederek aldım. Kutuyu açtığımda içinde yeşil bir taş gördüm. Yeşil taşı görür görmez içimden bir ses "jade taşı" dedi. Kristaller veya taşlar ile ilgili hiçbir bilgim yoktu ve aslında bu yeşil taşın ne olduğunu bilmiyordum. Kafamı kaldırarak bana kutuyu veren yaşlı adama baktım, bana bu taşı takip etmemi söyledi.


Sonrasında gözlerimi açarak meditasyondan çıktım. Bunların ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ayrıca gördüğüm yeşil taşın jade taşı olup olmadığını da bilmiyordum, daha önce hiç jade taşı görmemiştim. Acaba duyduğum ses doğru muydu? Hemen telefonumda Google'a jade taşı yazdım ve çıkan resimlere baktım, evet meditasyonumda gördüğüm taş tam olarak buydu. Bir şekilde doğru bilmiştim.


Ancak bu jade taşını nasıl bulacaktım veya bu taşı takip etmek ne demekti, hiç anlamamıştım. Ayrıca tüm bunların hakikati bulmak ile ne ilgisi vardı, bunu da çözememiştim. Derken cevabı zihnimle düşünerek bulamayacağımı anladım. Zaten doğru cevapları hiçbir zaman zihnimle düşünerek bulamamıştım. Düşünmeyi bırakmaya karar verdim. Tüm bu soruların hayatın akışı içerisinde netlik kazanacağını, cevapların bana bu akışta kendini göstereceğini biliyordum. Evrenin insanlarla sihirli işaretler aracılığı ile konuştuğuna ve yol gösterdiğine inanıyordum. Bu bazen yolda önümüze çıkan mavi bir kelebek ya da gittiğimiz restoranın tabelasında yazan bir kelime olabilirdi.  Önemli olan anda kalarak önümüze çıkan bu işaretleri görmekti. Böylece sadece akış içerisinde gözlerimi açık tutmaya ve evrenin işaretlerini, zihnimin yönlendirmelerinden bağımsız, görebilmeye niyet ettim.


Ertesi gün kırk kişilik bir grupla ormanda şelalelere tırmanmaya ve iple atlayış yapmaya doğru yola çıktım. Grubumuzun bir tur rehberi vardı, bizi şelalelere götürüyor ve sonrasında atlayış yapmadan önce güvenli bir şekilde iple bağlıyordu. Bir şelaleden diğerine yürürken tur rehberi ile sohbete başladık. Bana "Buradan sonra Kosta Rika'da başka nereye gideceksin? Seyahat planın belli mi?" diye sordu.


Urala: Buradan sonra Monteverde'ye gideceğim bir haftalığına, sonra ise Amerika'ya dönüyorum. 

Tur rehberi: Hmm Monteverde çok güzel. Eğer San Jose'ye uğrarsan mutlaka Jade Müzesi'ne gitmeni öneririm. 

Urala: Jade Müzesi mi? 

Tur rehberi: Evet, çok güzel, büyük bir müze. Mutlaka uğramalısın.


Tur rehberine San Jose'ye gideceğimi söylememiştim ancak uçağım San Jose'den kalkacağı için orada iki gün geçirecektim. Onlarca yer arasından bana Jade Müzesi demesi inanılır gibi değildi. İşte bu evrenin sihirli bir işaretiydi. Belli ki burada aradığım jade taşını bulacaktım. Genelde müzelerin hediyelik eşya sattıkları küçük mağazaları oluyordu. Belki de orada bulacaktım taşımı. Acaba bana nasıl bir mesaj getirecekti bu taş? Belki de sezgilerimle ilgili bazı güçlerimi aktive edecekti. Ya da belki üzerimde taşıdıkça şifa yeteneğimi güçlendirecekti.


Ne olacağını şu anda bilemiyordum, ancak ne olursa olsun bulacağım taşın benim için çok değerli olacağı belliydi. Bu taş beni o kadar heyecanlandırmıştı ki, hamilelik ve çocuk ile ilgili tüm kaygı, endişe ve soru işaretlerimi unutturmuştu. Aklımda bulacağım bu taştan başka hiçbir şey kalmamıştı.


Böylelikle birkaç gün sonra San Jose'ya vardığımda müzeye olan gezimi planlamıştım. Ertesi sabah her zamanki gibi erkenden uyandım ve meditasyonumu yaptım. Sabah erken açılır açılmaz müzede olacaktım. Müzeye doğru şehrin içerisinden yürümeye başladım. Derken önüme bir eczane çıktı. Orman gezilerine, şelalelerden atlamaya ve sonrasında taşımı bulmaya o kadar odaklanmıştım ki, hamilelik testi yapmak aklıma bile gelmemişti. Bir yanımla hamile olmadığımdan o kadar emindim ki, teste gerek dahi duymamıştım. Ancak yine de test yapmanın zararı yoktu. Dolayısıyla hızlıca eczaneye girdim ve bir test aldım. Müzeye doğru yürümeye devam ettim.


Müzeye geldiğimde ilk işim tuvalete giderek gebelik testini yapmak oldu. Beklediğimin tam tersine test pozitifti. Hamileydim. Bir süre tuvalette şaşkınlık içerisinde oturdum. Nasıl hissedeceğimi bilemiyordum. Bu çok zamansız bir hamilelikti. Bu hayatımda anne olmak istiyordum ancak bunu birkaç sene sonra, bolca seyahat etmeyi bitirmiş ve yerleşik hayata geçtikten sonra planlamıştım. Ayrıca Andrew ile her ne kadar ilişkimiz çok güzel gidiyor olsa da, birlikteliğimiz daha çok yeniydi. Ailemin sevgilim olduğundan haberi vardı ancak evli değildik. Bu haberi nasıl karşılayacaklarını bilemiyordum. Kaldı ki ben bir çocuk sahibi olmaya hazır mıydım, bilemiyordum. Daha çok hazır değil gibi hissediyordum. Ancak nedense içimde derinlerde vücudum bu çocuğu aldırmak istemiyordu. Kürtaj opsiyonunu düşündüğümde vücudumda çok güçlü bir direnç hissediyordum. Belki de hormonların etkisiydi.


Tüm bunları düşünürken bir anda durmaya karar verdim. Bu kararı hemen şimdi vermek zorunda değildim. Şimdi jade müzesindeydim ve buraya taşımı bulmaya gelmiştim. Dolayısıyla bu çocuk mevzusunu birkaç saatliğine tamamen unutmaya ve taşımı bulmaya odaklanmaya karar verdim.


Andrew'a mesaj attım: "Günaydın, hamileyim. Ancak şimdi Jade müzesindeyim, bu konuyu birkaç saat düşünmek ve konuşmak istemiyorum. Müzeyi gezerek taşımı bulacağım. Birkaç saat sonra, öğlen gibi konuşuruz. Öpüyorum.”


Tuvaletten çıktım, daha iyi hissediyordum. Taşımı bulmaya hazırdım. Bakalım bu müze ve taşım bana nasıl bir mesaj ve içgörü getirecekti. Tekrar heyecanla üst kattaki sergiye doğru yola koyuldum. Serginin kapısını açtım ve kapıyı açar açmaz önüme kocaman bir heykel çıktı. Bu bebeğini emziren bir annenin heykeliydi. Jade müzesinde karşıma bebeğini emziren kadın heykeli çıkmıştı. Ben konudan kaçmaya çalışırken, konu devamlı olarak benim önüme geliyordu. Aslında evren benimle konuşuyor, ısrarla yolu gösteriyordu ama ben duymak istemiyordum. 


Belki de artık kaçma değil, yüzleşme zamanıydı. Öğrendim ki yeşim taşı doğurganlık için önemli bir taşmış. Şamanlar tarafından hem şifa için hem de şekil değiştirme için sıkça kullanılan bir taş. Sergi boyunca sık sık geniş aile olma üzerine, atalar üzerine, çocuklar üzerine yazılar okudum. Ve en sonunda direnmeyi bir anlığına dahi olsa bırakmaya karar verdim. Sergiden çıktım ve önüme çıkan bir koltuğa oturdum. Meditasyonumda bu taşı görmemin, karşıma çıkan tüm sihirli işaretlerin beni buraya yönlendirmesinin bir sebebi olmalıydı. Buranın benim için önemli bir mesajı vardı. Bu önemli mesaj ise, ben her ne kadar görmek istemesem de, aile olmak gibi görünüyordu. Gözlerimi kapadım. Derin bir nefes aldım.


Neden bu süreç boyunca anne olmaya bu kadar direnç göstermiştim? Elalem ne der diye mi? Elalemin ne dediğini umursamayı bırakalı çok uzun zaman olmuştu. Aylardır dünyanın bir diğer ucunda, ormanın içinde yaşıyordum. Özellikle son bir ayım tamamen kendimle geçmiş, bazen günlerce kimseyle konuşmadan günlerim akıp gitmişti. Ve hiç şüphesiz bunlar hayatımın en mutlu ve en huzurlu aylarıydı.


ree

Bu süreç bana kendi kendimle ne kadar mutlu olabildiğimi, keyifli bir yaşam için kimseye ihtiyacım olmadığını göstermişti. Dolayısıyla tüm dünyanın benim hamileliğim ve anne olmam ile ilgili düşünceleri aslında hiç umrumda değildi. Ailemin tepkisinden mi çekiniyordum? Çok da değil. En kötü ihtimalle çok kızsalar bile, ailemin beni hiçbir zaman sahipsiz bırakmayacağını biliyordum. Bıraksalar bile, koskoca bir evren, ilahi yaşam ve içimde uçsuz bucaksız bir tanrı vardı beni sahiplenen. Kendi kendimi sahiplendikten sonra hayatta sahipsiz kalmam mümkün müydü? Değildi.


Peki nereden geliyordu bu direnç? Kontrolcü tarafımdan. Çünkü zihnimle bir plan yapmıştım, kendimce şahane bir plan: Birkaç sene gezecek, şifa öğrenerek şifacı olacak, yerleşik hayata geçeceğim komün ve köyü bulacak, ondan sonra evlenip çocuk yapacaktım. Bu hamilelik zihnimle kurduğum harika plana uymuyordu. O yüzden de aklımca doğru değildi. Halbuki en sevdiğim sözlerden biriydi: "İnsan plan yapar, Tanrı güler.”


Bir kaç ay önce Greg'le ettiğimiz bir sohbeti hatırladım. Bana çok önemli bir şey söylemişti o gün:


"Ormanda veya hayatta nereye, hangi yöne gitmen gerektiği ile ilgili aklına müthiş fikirler gelecek. Bu fikirler sana çok mantıklı gelecek, 'Hah!' diyeceksin, 'Evet, buldum yolumu.' Sonra bazen o yoldan gitmeye çalıştığında bir şeyler seni geri itecek, engelleyecek veya zorlayacak. Çünkü aklının müthiş fikirlerinden daha önemli bir şey var: ilahi akış. İyi bir fikir ve ilahi akış aynı şey değildir; bazen aynı yolu gösterebilirler ancak farklı şeylerdir. Aklının iyi fikirlerini değil, aklına hiç yatmasa dahi sadece kalbinle hissedebileceğin bu ilahi akışı takip etmelisin. Bu yol seni her zaman esenlikle ışığa çıkaracak, sonunda olman gereken yere götürecektir. İyi fikirlerinde direttiğinde, eğer bu yol ilahi akıştan farklı ise, çok mantıklı olan planlarının seni zor, kavga ve mücadele dolu bir yolculuk sonunda çıkmaz bir yola getirdiğini görecek ve geri dönmek zorunda kalacaksın.”


Böyle ruhani demeçleri dinlerken kulağa ne kadar güzel geliyor, içimiz aydınlanıyor ve sanki bunları gerektiğinde kolaylıkla hayata geçireceğimizi zannediyoruz. Halbuki geçtiğimiz birkaç haftalık süreçte ilahi akışın beni yönlendirdiği bu yola tüm benliğimle, tırnaklarımı geçirerek karşı durmuştum. Nasıl da ısrarla, içimden avaz avaz bağırarak aklımın fikirlerini savunmuştum. Çünkü ilahi akışın şu an beni yönlendirdiği yol benim için korkutucu, zor ve bilinmezdi. Hazır olup olmadığımı, içinden nasıl geçeceğimi, nasıl yürüyeceğimi bilmediğim bir yoldu bu.


Tam da böyle zamanlarda bir insanın inancı ve tanrıya güveni test ediliyordu sanırım. En çok da böyle anlarda akışa teslim olmaya ihtiyaç duyuyordu insan. Teslimiyet her ne kadar korkutucu gelse de, aklımızın fikirlerini bırakıp hayatın ilahi akışına teslim olduğumuzda bir iç rahatlığı, tam da olman gereken yerde olduğunu bilmenin verdiği paha biçilemez bir gönül rahatlığı geliyordu.


Ben ise tam teslim olacak gibi hisseder, teslimiyetle gelecek bu gönül rahatlığını arzularken, aniden kontrolcü tarafım ve zihnim binlerce soruyla beni tekrar direnişe çekiyordu. Andrew bu bebeği gerçekten isteyecek miydi? İstemezse ne olacaktı? Kendi başıma anne olabilecek miydim? Nerede doğuracaktım bu çocuğu? Nerede yaşayacaktık? Sevmediğim modern hayatın içine yeniden mi girecektim?


Derin bir nefes aldım. Bu sorulara şimdilik ara vermeye karar verdim. Gözlerimi kapadım ve dua ettim: "Tanrım teslim olmaya hazırım, bana teslim olma, kendimi akışa bırakma gücünü ver." Sonra Roko'ya mesaj attım: "Roko ben hamileyim!" Böyle sıkışıp kaldığım anlarda en büyük destekçim yine Roko'ydu. Hemen geri dönüş yaptı ve müzeden döndüğümde konuşmaya başladık.

Urala: "Roko ben hamileyim ama buna hazır mıyım bilmiyorum.”

Roko: "Daha önce çocuğun oldu mu hiç?”

Urala: "Yok olmadı.”

Roko: "O zaman nasıl biliyorsun hazır olmadığını?”

Roko: "Uralacım, insanlar hazır olmayı çok materyal şeylerle tanımlıyorlar; evim var mı, oturmuş bir düzenim var mı gibi sorularla hazır olmalarını ölçüyorlar. Ancak bunların hiçbir önemi yok. Önemli olan tek soru şu: Kalbinde, yüreğinde sen bu çocuğu istiyor musun? Şimdi sen cevabı benim açıklamalarımda arıyorsun, ancak benim sana verebilecek bir cevabım yok. Tek cevap senin kalbinde, zihnindeki sorularda veya argümanlarda değil.”


"Şimdi evrendeki bir ruh bu dünyaya senin aracılığınla gelerek, bu dünyada bir yaratım ortaya koymak istiyor. Sen bu yaratıma ortaklık etmek istiyor musun? Bu ruh ile hayatını bir süre paylaşmak ve birlikte burada bir yaratımı deneyimlemek istiyor musun? Bunu bir nevi evlilik teklifi olarak da düşünebilirsin. Doğru veya yanlış bir cevap yok. Evet de diyebilirsin, hayır da diyebilirsin. Bu tamamen sana kalmış. Ancak bu kararı kalbinle hissederek vermelisin. Şimdi seni derin bir meditasyona sokacağım, zihnini sakinleştirerek kalp alanına girebilmen için. Burada bebeğin ruhu ile tanışacaksın. Bak bakalım nasıl hissediyorsun, isteyip istemediğini anlayacaksın.”


Böylece yere uzandım ve Roko beni derin bir meditasyona soktu. Zihnimdeki soruların dağılması, sessizleşmesiyle birlikte kalbimi tekrar hissedebilmeye, duyabilmeye başladım. Çok mutlu hissediyordum. Hamile olmaktan mutluydum.


Tam bu sırada Roko "Evet şimdi bebeğin ruhu ile bağlantıya geçiyorsun" dedi ve o anda dışarıda bir anda arka arkaya gürültülü şimşekler çakmaya başladı. Çok güçlü bir ruhtu. Bu dünyaya gelmekte güçlü bir amacı vardı.


Roko: "Şimdi sor bakalım sana bir mesajı var mı?”


Tam bu anda kapımda bir anda bir çocuk avazı çıktığı kadar "mama, mama, mama" diye bağırmaya başladı ve sonra koşarak uzaklaştı. Tüylerim diken diken oldu, gözlerim doldu. Çok büyük ve derin bir sevgi hissediyordum. Bebeğin ruhuna bana bir mesajı olup olmadığını sordum ve kalbimde tek bir cümle yankılandı: "Hayatındaki sevgi ve neşeyi çoğaltmaya, yaymaya geliyorum.”


Artık çok derinden, sarsılmaz bir güçle bu bebeği istediğimi biliyordum. Hiçbir şüphem ve kuşkum kalmamıştı. Nasıl da zihnime kapılmıştım haftalardır, halbuki kalbimdeki cevap çok netti. Hiçbir soru işareti yoktu. Çok sevgi dolu, neşeli ve iyi kalpli bir ruhun geldiğini hissediyordum. Böyle bir ruh benimle ortak bir şeyler yaratmak istediği için onur duyuyordum. Cevabım evetti. Nasıl olacağının bir önemi yoktu, nasıl olursa olsun hayatımda bu ruhu istiyordum. Nasıl olacağına dair soruların cevapları ise eminim hayatın akışı içerisinde kendini gösterecekti.


Bu görüşme sonrası Andrew'u aradım ve ona bebeği istediğimden bahsettim. Gözlerinden mutlu olduğunu okumuştum ancak Los Angeles'a döndüğümde üzerine tekrar konuşmaya karar verdik. Ertesi gün yanına vardığımda ise konuşmamız on saniye kadar sürdü:


Urala: "Ben bu bebeği istiyorum.”

Andrew: "Ben de istiyorum.”

Urala: "O zaman bebeğimiz mi oluyor?”

Andrew: "Öyle gözüküyor :)”


Böylece hayatımız bir gün içerisinde tamamen değişmekle kalmadı, bir anda tüm hayallerimizin gerçekleşmesinin tam ortasında bulduk kendimizi. Bebeği istediğimize karar verdikten sonra ikimiz de çocuğumuzu modern hayatın içerisinde, şehirde büyütmek istemediğimizi konuştuk. Daha doğrusu biz eski, sıkışık modern hayatlarımıza geri dönmek istemiyorduk. İkimizin de hayali doğa içerisinde, bizimle aynı değerlere sahip, ortak bir yaşamı birlikte sürdürdüğümüz bir topluluk ile, kendi yiyeceğimizi yetiştirebileceğimiz, koşturmadan ve kaostan uzak yavaş bir hayat yaşamaktı.


Andrew ilk tanıştığımızda bana Kosta Rika'da bir yerden bahsetmişti, Netflix'te bir belgeselde izlemiştik. İsmi Ecovilla olan bu yer, hayvancılık yapılması için ormanların tahrip edilerek düz arazileştirilmiş, sonrasında ise terk edilmiş ve verimsizleştirilmiş toprakları alıyor, sonra tekrar ormanlaştırmak, hayata döndürmek için projelendiriyordu. Buradan küçük arsalar satın alarak hem projeyi fonlamış oluyordunuz hem de doğaya saygı ve belli prensipler çerçevesinde kendi evinizi inşa edebiliyordunuz. Burası tam da hayalini kurduğumuz bir eko yerleşkeydi. Üstelik içerisinde alternatif eğitimin verildiği, çocukların tamamen kendi liderliklerinde oynayarak, ormanda keşfederek öğrendikleri minik bir köy okulu da vardı.


Bu belgeseli ilk izlediğimizde hayalimizin tam da böyle bir yerde yaşamak olduğundan bahsetmiştik. Şimdi aile olmaya karar verdiğimize göre bu hayalimizi gerçekleştirme zamanı gelmişti. O gün içerisinde proje temsilcilerinden biri ile irtibata geçtik, birkaç saat sonra bize geri dönüş yaptı. Ertesi gün ise online bir toplantı yaparak kendimize yeni yapılandırılan eko yerleşkeden bir arsa seçmiş ve ilk taksit ödemesini yapmıştık bile.


Geriye verilecek tek karar, proje tamamlanana ve biz evimizi inşa edene kadar bebeği nerede doğurup nerede yaşayacağımız konusuydu. Buna karar vermek de çok zor olmadı; ben anne adayı olarak kendi aileme yakın olmak istedim. Ayrıca sağlıklı yiyecek erişimi Türkiye'de çok daha rahat ve Amerika'ya kıyasla çok daha uygundu. Bu ilk senelerimizi Urla'da deniz kenarında sessiz ve sakin geçirmek ikimizin de içine çok sindi.


Kısacası 48 saat içerisinde Andrew ile birlikte evlenmeye, bebek sahibi olmaya ve Kosta Rika'da bir hayat inşa etmeye karar verdik. Bu kararları verirken ise birbirimizi sadece beş aydır tanıyorduk. Bu beş ayın ise sadece bir ayını fiziksel olarak birlikte yaşayarak yan yana geçirmiştik. Zihnimizde ara ara şüpheler, korkular, gerçekçi soru işaretleri yükselse de, kalplerimizde bir ve çok nettik. Her verdiğimiz kararın yüreğimizde doğru olduğunu bilerek vermiştik.


Şimdi ise size bu blog yazısını, bu kararları verdikten tam iki sene sonra yeniden Kosta Rika'dan yazıyorum. Bebişkomuz neredeyse 18 aylık olmak üzere. Kosta Rika'ya düşündüğümüzden daha erken, yaklaşık 6 ay önce taşındık. Bu iki sene boyunca zaman zaman çok zorlansak, bebeğimiz olduktan sonra evliliğimizde bol bol sınansak da, biz birbirimizi seçmeye ve hayallerimize bağlı kalmaya devam ettik. Bugün iki sene önce aldığımız tüm bu kararlar için Tanrı'ya her gün şükürler ediyoruz.


ree

Hayatı birlikte paylaşmaktan bu kadar keyif aldığımız birini çölün ortasında bulduğumuz, böylesine bir maceraya heyecanla birlikte atılabildiğimiz, zor günlerimizde birbirimize sarılabildiğimiz, sevinçlerimizi, heyecanlarımızı koşarak birbirimize anlatabildiğimiz için şükrediyoruz ve diyoruz ki iyi ki evlenmişiz.


Tontişkomuz daha hamileyken ruhu ile tanıştığımda bana dediği gibi hayatımızdaki sevgi ve neşeyi sonsuz bir şekilde genişletti. Her gün hayatı yeniden onun gözlerinden keşfedebildiğimiz, o saf gülüşünün ruhumuza işlediği, her günü binlerce değişik oyun ve öpücük ile geçirdiğimiz için şükrediyoruz. Tontişko en büyük iyikimiz, iyi ki böyle güzel bir ruha evet demişim, demişiz.


Her sabah kuş sesleri ile uyandığımız, ormanın içerisinden güneşi selamladığımız, her hafta sebze ve meyvelerimizi taze topraktan toplayabildiğimiz, hiçbir yere acele ile gitmek zorunda olmadığımız, aynı değerlere sahip nice aile ile dostluk kurabildiğimiz, ülke kültürünün tam merkezinde yavaş ve anda kalarak yaşamanın olduğu Kosta Rika'ya taşındığımız için binlerce kere şükrediyoruz. İyi ki zihnimizi karartıp kalbimizle bu deli kararı alıp buradan arsa almışız ve iyi ki "bebekle zor olur" demeden tontişkomuz daha bir yaşında bile olmadan kucağımıza alıp buraya gelmişiz. Şimdi ormanda sakin yürüyüşlerimizin, nehirde yüzmenin ve haftasonları kumsalda hep birlikte oynamanın keyfini çıkarıyoruz.


Şimdi geriye baktığımda seneler önce Işığa Giden Yol seminerinde kurduğum hayali, eski yazdıklarımı tekrar okurken hatırlıyorum. Ruh ikizimle yolda tanışacak, evlenecek, aile kuracak ve orman içerisinde bir köyde bir komün ile birlikte yaşayacaktık. O zaman bu hayali kurduğumda sanki çok seneler sonra varılacak bir yer olarak gözükmüştü gözüme. Evren ise bana tüm bu hayallerimi yaklaşık iki sene gibi kısa bir sürede verdi.


Paulo Coelho Simyacı kitabında der ki: "Bir şeyi gerçekten tüm kalbinizle istediğinizde, tüm evren bunu gerçekleştirmek için bir olur.”


Ben bu sözün doğru olduğunu artık kendi hayatımdan biliyorum. Ne zamanki "ben bunu tüm kalbimle istiyorum" diyebildim ve istediklerimin hepsine layık olduğumu, mutluluğu ve güzellikleri hakettiğimi bilecek kadar kendimi sevebildim, evren bana bütün istediklerimi beklediğimden çok daha hızlı bir şekilde verdi.


Böylece evimi satarak çıktığım yolculuğumun ilk bölümü asla tahmin edemeyeceğim  sürpriz bir son ile kapanmış oldu. Şimdi ise bambaşka bir yolculuk - hayata anne olarak devam etme, yeni hayaller kurma yolculuğum başlayacaktı.



Yolculuğumun buraya kadar olan kısmında öğrendim ki, hayatın en muhteşem anları, kalbimizin rehberliğine güvenmeye cesaret ettiğimizde ortaya çıkar. Zihnimizin hesapları, planları ve korkuları bizi sınırlarken, kalbimiz bizi sonsuz olasılıkların kapısına götürür. 


Dolayısıyla size, ve devam eden yolculuğumda kendime hatırlatmak isterim ki: evrenin akışına teslim olmak, kontrolü kaybetmek değil; aksine hayatın en derin bilgeliğine kapı aralamaktır. Kalbinizin fısıltılarını dinleyin ve bu sese güvenin - çünkü orada, içinizde, tüm hayallerinizi gerçeğe dönüştürecek olan kutsal pusulanız var. Ve belki de asıl mucize, ilahi akışa teslim olduğunuzda, hayatın size planladığınızdan çok daha güzelini sunmasıdır. Bu güzellikler size sunulduğunda ise şükranla kabul edin ve bilin ki, siz tam da olduğunuz gibi, şimdi ve burada tüm bu güzellikleri hak ediyorsunuz. 


Urala

 
 
 

Yorumlar


bottom of page