#5 Andrew - Aşk ve Sihir
- Urala
- 16 Nis
- 11 dakikada okunur

Kalp Kırıklığından İyileşmeye
Hayatımda bir kaç kere aşık oldum ya da olduğumu zannettim. Ancak aşık oldum dediğim bu adamlar genelde hep canımı acıtanlar oldu. Çoğundan büyük kalp kırıklıkları ile çıktım. Sonra analitik terapi sürecimde bu aşk diye adlandırdığım ilişkilerin hepsinin aslında bir tür travma bağlanması olduğunu keşfettim. Yani geçmişimde değersiz ve sevilmeye layık hissetmediğim travmatik ilişkileri, bugün aşk adı altında farklı insanlarla aynı davranış ve ilişki desenleri ile tekrarlıyor ve bugün içerisinde farklı sonuçlar çıkararak çözümlemeye çalışıyordum. Ancak kişi farklı olsa da aynı ilişki desenleri hep aynı sonucu veriyordu ve ben yine kendimi değersiz hissederek ilişkiden çıkıyordum.
Bunu farkettikten sonra ciddi bir öz farkındalık geliştirdim ve kime neden nasıl çekildiğimi hemen görür ve fark eder oldum. Benzer davranış ve deseni görür görmez ‘çocukluk veya gençliğimde kim bana bunu yapmıştı veya böyle hissettirmişti’ sorusunu sorarak terapistimle kök travmayı buluyor ve bugün aşık olduğumu sandığım adamı veya ilişkiyi değiştirmeye çalışmaktansa, kendi içimde geçmişte canımı yakan bu kök travmayı iyileştirmeye odaklanıyordum. Bu farkındalık ve terapi süreci etkilendiğim erkekler üzerinden geçmiş yaralarımı görmem ve iyileştirmemde çok büyük rol oynadı. Aynı zamanda aşka olan inancımı da yitirmeme sebep oldu. Çünkü belli ki zaten aşk dediğimiz yoğun, tutkulu hislerin altından hep bir travma bağı çıkıyordu. Bu durumda aşk dediğimiz şey ne kadar gerçekti ki? Ne kadar gerçek olabilirdi? Gösterişli, tutkulu ancak sağlıklı ve mutlu kalabilen aşklar benim için artık sadece Hollywood filmlerinin bir kurgusu idi. Gerçek hayattaki sağlıklı ilişkilerin ise kökeninin ise sadece sevgi ve bağlılık olabileceğine inanıyordum (ki açıkçası bu da bana biraz yavan ve sıkıcı geliyordu). İşin içine fazla tutku, heyecan, aşk gibi kuvvetli hisler girdiği anda beynimde alarm çanları çalmaya başlıyordu. ‘Didoşcum yine toksik ve korkunç kalp kırıcı bir ilişkinin kıyısındasın kızım, böyle aşklar filmlerde mutlu bitiyor, sen en iyisi git terapistinle konuş sonra da koşarak kaç buradan.’
Böylece uzun bir süre elimi ayağımı aşktan, ilişkilerden çekiverdim. Zaten senelerdir yalnız yaşıyordum, yalnızlığımı da pek sevmeye başlamıştım. Baş ağrısı yok. Üstüne yoğun da çalışıyordum, haftasonumda kalan bir iki günümü de sevdiğim arkadaşlarımla geçirmeyi seviyordum. Mutlu bir aşk, mutlu bir evlilik, çocuk gibi şeyler benim için gerçek olamayacak hayallerdi. Çünkü çoğu evliliğin aldatma, birbirinden sıkılma ile biteceğinden, yapılan çocukların ise anne babanın sağlıksız bağlanmaları sonucu travma ile büyüyeceklerine inanıyordum. Mutlu evlilik ve mutlu çocukların büyüdüğü aileler için ise ben kendimi fazla ‘hasarlı’ veya ‘travmalı’ görüyordum. Bunlar benim için gerçek olamazdı. Dolayısıyla bu hayatımda ne evleneceğimi ne de çocuk sahibi olacağıma pek inanmıyordum açıkçası. Ayrıca kendimi mutsuz bir evliliğe hapsetme riskini almak pek de istemiyordum. Ancak senelerce hep sessiz ve bomboş evlere yalnız adımımı atmaktan da yorulmaya başlamıştım. Yalnızlığımı çok sevmemle birlikte, ara ara kapıyı sevgi dolu gözlerle birinin açmasını, birine sımsıkı sarılmayı, zor günlerde kafamı göğsüne koymayı ve bu hayatta iyi günde kötü günde her zaman yanımda olan bir takım arkadaşım olmasını çok istiyor ve bunun hayalini kurmaya devam ediyordum.
Sihri Hatırlama
Sonra bildiğiniz gibi Roko ile tanıştım ve Roko bana hayatımın senaryosunu kendimin yazdığını, hayallerin ve sihrin gerçek olduğunu hatırlattı. Büyüdükçe sihir diye bir şey olmadığı öğretildi bize, yetişkin olunca hayatın kendisinin kocaman bir sihir olduğunu unuttuk. Roko bana sihrin gerçek olduğunu gösterdi. O günden beri hayatımda beş yaşındaki bir çocuk heyecanı ve neşesiyle sihirler yaratmaya, ve hayatın içindeki sihirli güzellikleri görmeye devam ediyorum.
Dolayısıyla Roko’dan sonra dedim ki ‘madem ben yazıyorum senaryoyu, madem ben ne istersen hayatım öyle oluyor, o zaman ben aşk istiyorum, hem de öyle sıkıcı ortalama aşklardan da değil, ben filmlerdeki gibi kocaman bir aşk istiyorum, sihirli ve musmutlu bir aşk’ dedim ve inandım ki zamanı gelince gerçek olacak. Pardon inanmadım, bildim. Gerçek olacağını biliyordum zaten. Nasıl, ne zaman, nerede olacağını düşünmedim, kontrol etmeye veya gerçekleştirmeye çalışmadım, detayları büyük bir güvenle hayatın ilahi akışına bıraktım. Zamanı gelince en güzel şekilde olacak dedim.
Ancak kurgusunu ana hatları ile ben kafamda belirledim. Kasım ayı idi kafamda bu kurguyu yaptığımda, dedim ki:
‘Ben yola çıktıktan sonra seyahatlerim sırasında sihirli bir şekilde yeni bir adamla tanışıcam, hatta bu adam benim ruh ikizim olacak, birbirimize ilk görüşte aşık olacağız, çok mutlu ve şahane bir aşk yaşayacağız, sonrasında evleneceğiz ve hayalini kurduğum köy ve komünde birlikte bir aile kuracağız, çocuklarımız olacak ve çok mutlu, fantastik, sihirli bir hayatı birlikte inşa edeceğiz.’
Sonra bunu dedim ve bıraktım. Hatta unuttum gitti öyle söyleyim. Öyle bir güven içerisindeydim ve o kadar emindim ki gerçek olacağına. Belki de bir sihri en güçlendiren şeylerden biri budur. Çoğu zaman inanırsan gerçek olur sözünü duyuyoruz. Ama sanırım bilmek, inanmaktan da güçlü bir sihir. Olacağına inanmanın da ötesinde, olacağını bilmek. Nasıl ki biliyoruz bugün pazartesi ise yarın salı olacak, salı olacağına inanmıyoruz, biliyoruz işte yarın salı günü olacak. Bir hayal kurarak geleceğe dair bir senaryo yazdığımızda da belki bu kadar emin bir şekilde bilmeliyiz ki zamanı gelince olacak.
Bununla birlikte bir şey daha yaptım bu hayalin gerçek olması veya sihrin tutması için. Dedim ki madem aşk ve mutluluk istiyorum, o zaman aşk ve mutluluğu bugün hayatımda her gün var etmeliyim. Çünkü yüzyıllardır yazılan, söylenen ‘benzer benzeri çeker’ ve ‘içinde ne varsa dışarıdaki dünyana da o yansır’ ilkeleri hep aklımın bir köşesinde kalmış. Dolayısıyla kendimi, kendime her gün aşık olmaya verdim. Bir ilişkiden ve ruh eşimden ne istiyorsam, kendime o insan sanki benmişim gibi hepsini vermeye başladım. Her gün kendimle aşk yaşamaya başladım kısacası. Her sabah uyandım ve aynada gözlerime bakarak kendime ne kadar güzel olduğumu söyledim, saçlarımı okşadım, kendimi ne kadar çok sevdiğimi dile getirdim. Akşamları kendime sarılarak uyudum. Kendime çiçekler aldım, yemekler yaptım, güzel restoranlarda yemeğe çıkardım. Hep güzel şeyler söylemeye başladım kendime. Kötü bir şey söylediğimde ise hep sonrasında özür diledim kendimden, ve söz verdim kendime daha iyi davranmaya. Sözümü de tuttum. Her geçen gün kendime daha da aşık oldum, kendi kendimle inanılmaz mutlu, neşeli günler geçirmeye başladım. Bütünlüğümü kendi içimde bulmuştum. Artık eskisi gibi hayatımda biri yok diye kendimi eksik hissetmiyordum. Ve hatta kendimle olan ilişkimde o kadar tam, bütün ve mutluydum ki, her günüm o kadar aşk içerisinde geçiyordu ki, ömrümün hepsini böyle geçirebilirdim açıkçası. Bu süreçte aradığım aşkı ve bütünlüğü, her şey gibi yine kendi içimde bulduğumu gördüm. Başka hiç kimse ve hiçbir şeye ihtiyaç veya özlem hissetmiyordum.
Çölü Kucaklamak
Agni’den sonra Santa Fe’de bir süre kalmış ve şehri gezmiştim. Sonra ise çocuklar gibi şen ve heyecanlı bir şekilde beyaz kum çölüne doğru yola koyuldum. Öğlene doğru çöle vardım. Çölün ortasına bir yol açmışlardı. Araba ile girişte bir bilet alarak bu yoldan çöle giriyorsunuz. Sonrasında ise arabayı belirlenen bir yere park ederek çöle yürüyerek giriyorsunuz. Çöle girdikten sonra ise yön duygunuz tamamen kaybolduğu için (çünkü çölde kum dışında hiçbir şey yok, ilerledikçe her yer aynı görünüyor) çöle yerleştirilmiş kazıkları takip ediyorsunuz ve bir tur atarak bu kazıklar sizi sonunda yine girdiğiniz yerden geri çıkarıyor.
Araba ile girdikten sonra yolun gittiği en uç köşeye giderek, çölün tam ortasında son bulan yola arabayı park ettim. Burada çöldeki en uzun rotaya giriş vardı. Mevsim kış olduğu için hava sıcak değildi, 20 derecelerde güneşli güzel bir bahar havası vardı. Dolayısıyla arabada son kalan suyumu içtim -gelirken heyecanla su almayı unutmuşum yanımda başka su da yoktu açıkçası, hava da çok sıcak olmadığı için tekrar geri dönüp su alma ihtiyacı duymadım. Böylece sadece kot pantolonum, üzerimde ince bir kazak ve spor ayakkabılarım ile sanki mahallede yürüyüşe çıkmışcasına çöle ilk adımımı attım. Girişte kocaman bir tabelada rotanın yaklaşık 7km uzunluğunda zor bir rota olduğunu, devamlı olarak kum tepelerini tırmanarak, kumda ine çıka yüründüğü için yorucu olduğunu ve tamamlamanın yaklaşık 3-4 saat sürdüğünü, hazırlıksız asla girilmemesi gerektiğini, giren herkesin yanında mutlaka minimum 2 litre su olması gerektiğini yazmışlardı. Ben de bu uyarıyı okudum, bir düşündüm geri dönüp su alsam mı diye, ama hiç içimden gelmedi geri dönmek, bir şey beni tutuyordu sanki, ayağım geri gitmedi, tam tersine ileri doğru iten bir güç hissediyordum kalbimde. Yüreğim çok ferah bir şekilde iyi olacağımı hissediyordum. Zihnime ve korkulara çok takılmadım, Roko’nun ‘hayatının senaryosunu sen yazıyorsun’ demesini, sihri, Agni’nin ‘kalbini dinle’ demesini hatırladım ve beş yaş halime geri dönerek heyecan ve neşe ile devam ettim.
Çöle girmemle birlikte sözlerle ve hatta fotoğraflarla bile asla anlatamayacağım çarpıcı bir güzellik karşısında büyülendim. Ucu bucağı olmayan, sonsuza doğru ilerleyen bembeyaz bir kum denizi, masmavi bir gökyüzü, sanki bulutların üzerinde idim. Ve bu sonsuzluğun içerisinde ne kadar küçücüktüm. Spiritüel yolculuk ve hikayelerde çölün neden özel bir yeri olduğunu, insanların tanrıyı nasıl çölde bulduklarını orada anladım. Çöl tanrıyı tüm ihtişamı ve güzelliği ile hissettiğiniz bir yer. Öyle bir sonsuzluk ve sınırsızlık içerisinde sanki sizin de egonuzun, benliğinizin sınırları bir anda eriyip kayboluyor ve tanrı ile tam bir bütünleşme yaşıyorsunuz.
Büyülenmiş bir şekilde yürümeye devam ettim, yaklaşık yarım saat sonra nefes nefese kalınca zihnim biraz devreye girdi: ‘daha önünde 3 saat daha yolun var, suyun da yok, dönsen mi acaba’. Aldırmadım, devam ettim. Üzerine bir yarım saat daha yürüdüm, artık çölün tam ortasındaydım ve çevremde göz alasıya gökyüzüne kadar uzanan uzaklıkta hiç insan kalmamıştı. Sadece çöl ve ben vardık, başka da insan veya yaşayan bir canlı yoktu. Burada yine bir durdum, zihnim yine bir konuştu: ‘Uralacım suyun yok, artık yardım edebilecek kimse de yok yakınında, fenalaşırsan burada bayılır kalırsın kimsenin de ruhu duymaz, dönsen mi acaba.’ Ancak kuvvetli bir bağ beni ileri doğru çekiyordu, ayrıca çölün büyülü güzelliği karşısında hipnotize olmuş hissediyordum. Yine ayaklarım geri gitmedi. Kalbimi takip etmeyi seçtim...

Sihirli Karşılaşma
Dolayısıyla yürümeye devam ettim. Hemen akabinde önümdeki çöl tepesini tırmanmaya koyuldum, tırmanıp da tepeye çıkınca bir anda önümde yine ıssız bucaksız başka bir görüş alanı açıldı. Bir anda yokluğun ortasında, ta uzakta, rotanın dışında üç tane insan figürü belirdi. Kazıkların belirlediği rotaya doğru geri yürüyorlardı. ‘Allah allah nereden çıktı bu insanlar’ diye düşündüm, sonra yürümeye devam ettim. Bir süre sonra yollarımız tam aynı anda, aynı noktada kesişti. Üç kişiden ikisi arkamda kalmıştı, biri ise tam önümdeydi. Önümdeki adam arkasını döndü, parıl parıl parlayan yemyeşil gözleriyle bana baktı ve ‘ ‘Selam’ dedi, ‘ben Andrew’.
Bu anı düşündüğümde hala tüm etkisi ile hissediyorum. Gözleri ışıl ışıl olan bu adam karşısında hemen o an etkilenmiştim, gözlerimi kamaştıran bir ışığı vardı. Sanki gözlerinden ışık ve sevgi fışkırıyordu. Kocaman kalbini gözlerinde görmek mümkündü. Bununla birlikte ilk defa gördüğüm bu adam aynı zamanda sanki çok tanıdıktı. Bana baktığında hissettirdiği his çok tanıdıktı. Sanki çok geçmişten gelen bir hikayemiz vardı ve seneler sonra tekrar buluşmuştuk. Sevgi dolu, sımsıcak, heyecan dolu ve evimde hissetmiştim. Aynı zamanda bu kısacık merhaba ile hissettiğim bu bir sürü yoğun ve karmaşık his karşısında kafam karışmıştı. Tüm bu hisler ve düşünceler yumağı ile ise ‘Selam, ben de Didem’ demeyi başarabildim. Aylar önce yazdığım senaryoyu hatırladım, hani yolda ruh ikizimle tanışacaktım. ‘Acaba bu adam o mu’ diye düşündüm, sonra da ‘bakalım zaman gösterir’ diye bıraktım.

O günü Andrew ve arkadaşlarıyla hep birlikte geçirdik. Tüm gün hep birlikte çok eğlendik, kum tepelerinden yuvarlandık ve zaman geçirdikçe Andrew ile aramızdaki çekimi daha kuvvetli hissetmeye başladık. Çölde muazzam bir gün batımı izledik ve sonrasında ayrılma vakti geldi. Birbirimizin numarasını aldık ve ayrı yollara düştük. Ancak bu hiç ayrılık gibi hissettirmemişti kendini. Daha sonra tekrar görüşeceğimizi biliyordum.
Birlikte Büyümek
Öyle de oldu, ondan sonra fiziksel olarak ayrı olduğumuz dönemler olsa bile bir daha hiç kopmadık. Ben beyaz kum çöllerinden sonra Amerika’nın Arizona eyaletinde Sedona isimli bir şehre giderek yaklaşık bir ay Amerikan yerlisi kökenleri olan bir şaman ile çalışmaya başladım. O ise yaşadığı şehre, Los Angeles’a döndü. Hemen hemen her gün saatlerce telefonda konuştuk. Birbirimizle sohbet etmekten hiç sıkılmadık, konuştukça hayata bakış açımızın, değerlerimizin, hayallerimizin ne kadar ortak olduğunu keşfettik. Bununla birlikte yeni tanışmış olmamıza rağmen ilginç bir şekilde birbirimize hiç yabancı hissetmiyorduk. Sanki senelerdir tanışıyormuşuz gibi. Sonra ben onun yanına Los Angeles’a gittim ve bir ay birlikte zaman geçirdik. Her geçirdiğimiz gün ruh eşi olduğumuzu farklı şekillerde yeniden keşfettik ve her gün birbirimize yeniden aşık olduk. Sabahları birlikte yoga yaptık, araba ile seyahatlere çıktık, akşamları birlikte meditasyon yaptık, bolca gezdik ama bir o kadar da evde oturduk, filmler izledik, yemek yaptık, sahilde gün batımları izledik, sabah erken nehir kenarında yürüyüşe çıktık. Ben seyahatlerime devam ettim, ancak her gün konuşmaya devam ettik. Fırsat bulunca o benim yanıma geldi, ben onun yanına gittim ve birbirimizden hiç kopmadık. Temmuz ayının sonunda ise tanıştığımızdan tam altı ay sonra Kalifornia’da Yosemite parkında evlendik. 14 Ekim günü ise İstanbul’da sevgili Roko bizi spiritüel bir seremoni ile cennetlerimizde de evlendirdi.

Birlikteliğimiz boyunca Andrew’dan aşkı, sevgiyi, bağlılığı, yoldaşlığı yeniden öğrendim. Özellikle ilişkinin başlarında geçmişten getirdiğim olumsuz inanç kalıplarım, korkularım yer yer su yüzüne çıktı. Zihnim başlarda ‘bu gerçek olamaz, kesin bir terslik var bu işin içinde, kesin bu adam da sonradan psikopat çıkacak, öfke problemi mi var acaba, resmen masalsı bir aşk -adı üzerinde masalsı, bu ancak masallarda olur, gerçek hayatta böyle sürmez, sen mi sıkılacaksın, o mu sıkılacak bakalım’ diye çok konuştu. Dinlememeyi, ciddiye almamayı seçtim. Yer yer bilinçaltımdaki korkulardan dolayı ilişkiyi sabote etmeye çok yeltendim ancak geçmişteki uzun analitik terapi sürecim sayesinde hemen bu sabote etme girişimlerimi farkettim ve derin bir nefes alarak sabote etmemeyi seçtim.
Roko’nun ve spiritüelliğin bana verdiği en büyük hediye sanırım kurban olmadığım farkındalığıdır. Geçmişimin, dünyanın, hayatın, toplumun, başıma gelen kötü şeylerin kurbanı değilim. Bunların tabi ki duygularım ve düşünme şeklim üzerinde etkisi yadsınamaz. Ancak bugün başka düşünmeyi, başka hissetmeyi seçmek mümkün -o an başka düşünüp hissedemiyorsam dahi, bu düşünce ve duyguları gerektiğinden fazla ciddiye almayarak, sanki bunlar mutlak gerçeklermişcesine bana hükmetmesine izin vermemeyi ve başka şekilde davranmayı seçmek mümkün.
Analitik terapi sürecim bana geçmiş deneyimlerimin bugünkü beni nasıl etkilediğini farketmemi sağladı. Böylece duygularımı ve davranışlarımı daha iyi anlamama fırsat verdi. Spiritüellik ise bana varlığımın sadece geçmişimin bir ürünü olmadığını, bugün kendimi radikal bir şekilde yeniden yaratma ve ortaya koyma gücüm olduğunu gösterdi. İşte bu farkındalık ile hayatım değişti. Ben kurban değilim ve hayatım sadece başıma gelen olaylar silsilesi değil. Ben yaratıcıyım, ben bir sihirbazım, hayatımı sihirli bir şekilde ben yaratırım.
Bir Hayalin Gerçekleşmesi
Bunlardan burada bahsetme sebebim ise çoğu zaman başkalarında veya filmlerde gördüğümüz masalsı, büyülü aşkları sanki sadece şans ile başımıza vuran piyangoymuş gibi yorumluyoruz. Birden bir adam ile tanışacağız, aşık olucaz ve işte öylece sonsuza dek mutlu oluvericez. Sanki bizim hiçbir şey yapmama gerek kalmayacakmış gibi. Sonra karşımıza aşık olduğumuz/olabileceğimiz biri çıkınca ve biz hiçbir şey yapmayıp bir de üstüne ilişkiyi korkularımızla sabote edince, yine kurban mentalitesine girip ‘bak işte benim şanssızlığım, benim karşıma hiç düzgün adam çıkmıyor, çıkan da sonradan bozuluyor, ya da düzgünse de sıkıcı oluyor, öyle büyülü tutkulu olmuyor’ diyoruz. Ya olmayacak olanı olmayacağını bile bile zorluyoruz, ya da olabilecek olanı baştan bozuyoruz. Sonra da suçu hayata, topluma, erkeklere/kadınlara atarak kendimizi yine güçsüz kurban rolüne geri sokuyoruz. Böylece büyülü masalsı aşklar sanki hep başkalarına olurmuş ama bizim başımıza hiç gelmezmiş inancına hapsediyoruz kendimizi. Çünkü büyülü aşkları kendimiz yarattığımızı kabullenmek istemiyoruz. En azından ben öyle zannediyordum ve benim başıma gelebileceğine eskiden hiç inanmazdım. İnanmadığım için gelmiyordu belki de. Ne zaman ki benim başıma da gelir dedim ve gelmesini istedim, böylece gelmesine fırsat sağladım.
Ben kendi büyülü aşk hikayemi binde bir olacak bir piyango gibi değil, aslında son derece gerçekçi, olağan bir hikaye olarak size anlatmak isterim. Gerçekçi ve olağan olduğunu anlatmak isterim ki ‘Bu kadarı da benim başıma gelmez zaten, ne şanslı kadın’ diyerek kendinizi eksik hissetmeyin. Ben sizin de kendi sihrinizin, kendi yaratım gücünüzün, kendi içinizdeki büyülü aşkın farkına varmanızı isterim. Kimse kimseden daha özel veya daha şanslı değil. Hepimiz kendi hikayelerimizi, masallarımızı yazıyoruz. Sizin masalınız da siz nasıl isterseniz öyle olabilir. Bu hikayeler illa ki içinde başka bir insan ile aşk barındıracak diye bir şey yok, hepimiz bunu istemek zorunda değiliz. Tek önemli olan içinde kendi kalbiniz ve sevginiz olsun. Sonra üzerine ister seyahat ile aşk eklersiniz, ister mesleğiniz ile aşk, ister arkadaşlarınız ile aşk eklersiniz. Yani kısacası nasıl isterseniz öyle yazabilirsiniz hikayenizi ve bu hikayenin sizden başka hiçbir şeye ihtiyacı yok, içinde sadece siz olduğu için zaten güzel olacaktır. Ben ruh eşimi bulmayı ve onunla yaşadığım aşkı paylaşmayı istedim, ve öyle yazdım hikayemi. Belki bir sonrakinde başka türlü yazarım.
Bu hikaye en başından itibaren çok farklı seyredebilirdi. Andrew benim karşıma büyülü bir şekilde çıkmış olabilir ya da onu büyülü görmeyi ben seçmiş olabilirim. Eskiden olsa belki ‘çölde ne idüğü belirsiz bir adam, en iyisi uzak durayım’ diyip onların yanından hemen ayrılmayı seçebilirdim. Sonrasında tanımadığım etmediğim biri sonuçta diyerek güvenmemeyi ve telefon numaramı vermemeyi seçebilirdim. Hemen ertesi gün beni aradığında, güzel sözler söylediğinde ‘aman ne de ısrarcı, çok üzerime düşüyor, sıkıldım’ diyip soğuk davranmayı seçebilirdim. Küçük hatalarını görüp baştan ‘yok yok olmaz bu adamdan’ demeyi seçebilirdim. Bunların hepsi geçmişte karşıma çıkan güzel kalpli adamlara yaptığım şeylerdi. Bu sefer öyle yapmamayı seçtim. Bu sefer büyülü bir aşk istedim ve istediğim bu büyülü, tutukulu ve heyecanlı aşk için olabilecek en güzel ortamı yaratmayı seçtim. Bu, zaman zaman korkularıma yenik düşmemeyi, korksam da kaçmamayı, sık sık derin nefes almayı, savunmasız kalma pahasına kalbimi açabilmeyi, kendime sık sık kendi gücümü hatırlatmayı, bol cesareti seçmeyi gerektirdi.
Andrew ise bu yolculukta hep hayalini kurduğum, belki hayallerimin bile ötesinde bir takım arkadaşı oldu. Gözlerini ilk gördüğümde saçtığı ışık ve sevgiyi her gün bu adamın yüreğinde tekrar tekrar keşfettim. Yorulduğumda bunu hissedip sessizce, kendimi zayıf hissettirmeden ona yaslanmama izin veren, ben korkup parladığımda sakin kalabilen, yaralarımı görüp duyan, dinleyen ve sonsuz bir sevgi ve şefkat ile karşılık veren, benimle çocuk olabilen, her gün sıkılmadan benimle çiçeklere merhaba diyen, ağaçlara sarılan, bana olan sevgisini her gün her saat söylemekten hiç sıkılmayan, her zaman sımsıkı sarılan, benimle birlikte hayaller kurmaya bayılan ve hayallerin gerçek olduğuna inanan kocaman yürekli bir adam. Çünkü o da benden önce bir hayal kurmuştu, o da büyülü bir aşk istemişti ve bunun gerçek olacağına inanmıştı. Biz Andrew ile hayallerimizde buluştuk. Ve sonrasında benim kadar o da beni ve benimle birlikte büyülü bir aşk yaratmayı seçti. Andrew ile masalsı başlayan aşk hikayemiz masalsı devam etti ve ediyor çünkü ikimiz de her gün bilinçli bir şekilde aşkı, sevgiyi, birbirimizi seçiyoruz, ikimiz de masalların gerçek olduğuna inanıyoruz ve her gün gündelik hayatımızda minik sihirli masallar yaratmayı seçiyoruz.
Çünkü sevgi neydi? Sevgi emekti. <3
Comments