#7 Sedona Günlükleri: İçimdeki Küçük Çocukla Yeniden Bağ Kurma
- Urala
- 2 Haz
- 8 dakikada okunur

Greg ile kutsal bir ağacın yanındaydık.
Greg: Bu ağaç enerjisel olarak içindeki küçük çocuğu temsil eden ve onu şifalandırabilecek bir ağaç. Ormanın içerisinde o kadar yol içerisinden, hiç bilmeden burayı bulman çok etkileyici ve enteresan. Demek ki içindeki çocuk ile iyi bir ilişki geliştirmek senin için önemli ve bu alanda şifalanmaya ihtiyacın var. Şimdi gözünü kapat ve ağaca sarıl bakalım nasıl hissedeceksin.
Gözümü kapatarak ağaca sarıldım. Bir süre sonra gözümü açtım.
Urala: İçimde çekingen bir kız çocuğu hissettim. Çok tatlı ve oyunbaz -koşup oynamak istiyor.
Greg: Evet ben de bu küçük kız çocuğunu ruhen yanında gördüm, senin küçüklüğün, yaklaşık 5 yaşlarında. Onunla konuştuğumda bana, sana daha sık gelmek istediğini ama seni rahatsız etmekten çekindiğini söyledi. Bu sana bir şey ifade ediyor mu?
O an gözümün önüne 5 yaşındaki halim geldi, küçücük, hareketli, koşup oynamak, keşfetmek isteyen meraklı ve dünya tatlısı bir kız çocuğu. Bu dünya tatlısı kız çocuğuna yıllardır ne kadar sert davranmış olsam gerek ki beni rahatsız etmekten korkar, çekinir olmuş. İçinde yaşadığımız toplumda çoğu zaman hareketli çocuklara yaramaz diyerek hep parmak sallıyoruz, uslu uslu oturmayı zorla öğretmeye çalışıyoruz, istediğimiz gibi uyum sağlamayınca ise kızıyoruz, cezalandırıyoruz. Böylece ellerinden sadece özgürlüklerini, hayata karşı olan meraklarını, neşelerini, çocukluklarını almıyoruz, aynı zamanda büyüdükçe kendilerine nasıl davranmaları gerektiğini de öğretiyoruz ve ortaya kendine sürekli parmak sallayan, eleştiren, hatalarına tahammülsüz yaklaşan, kendi olmaya korkan, mutsuz yetişkinler çıkıyor. Ben de kendime ne kadar sert davranmayı öğrenmişim ve senelerce bu küçücük kız çocuğuna ne kadar parmak sallamışım ki bana görünmeye çekinir hale gelmiş. Bunu farkedince içim burkuldu, gözlerim doldu.
Urala: Evet çok üzgünüm, ona bunca yıldır pek de iyi davranmamışım demek ki.
Greg: Hmm, peki ona ne söylemek istersin?
Urala: Artık çekinmesine gerek olmadığını, onu çok sevdiğimi ve birlikte özgürce oynayabileceğimizi söylemek isterim.
Greg: Tamam onun gözlerine bakarak söyle. Sonunda ise ‘sen nereye ben oraya, ben nereye sen oraya, hep birlikteyiz’ de -ki hiç ayrılmayacağınızı, onu hiç terketmeyeceğini bilsin.

Önümdeki minik kız çocuğuna baktım, ellerini tuttum ve dedim ki: ‘sana bunca zamandır bu kadar sert davrandığım için çok özür dilerim. Artık çekinmene gerek yok, beni asla rahatsız edemezsin. Ben bana görünmenden, yanımda olmandan her zaman çok mutlu oluyorum. Sen benim hayatıma neşe ve güzellik getiriyorsun. Seni çok ama çok seviyorum. Sen nereye ben oraya, ben nereye sen oraya. Hep birlikteyiz.’ Önümdeki minnoş kız çocuğunun gözlerinin parıldadığını gördüm.
Bu sırada içimdeki bu küçük çocuğa iyi annelik yapamadığım için yine kendimi yargıladığımı, kendime kızdığımı farkettim. Artık bunu da yapmamaya karar verdim. İçinde yetiştiğim toplum, eğitim sistemi, kendi çocukluk yaralarım ile birlikte içimdeki bu çocuğa istediğim kadar sevgi ve şefkatle yaklaşamamış olabilirim, çünkü o zaman daha iyisi nasıl olur bilmiyordum ya da farkında değildim. Şimdi daha iyisini biliyor ve yapabiliyorum. Böylece hem içimdeki çocuğu, hem de ona elinden gelen en iyi anneliği yapan, sert de olsa yine de ondan ve kendinden hiç vazgeçmeyen kendimi kucakladım ve kendimi bütünüyle affettim. Bununla birlikte kendi anneme ve babama olan kızgınlıklarımı da affettiğimi ve tümüyle bıraktığımı hissettim. Onlara da bana her zaman ellerinden gelenin en iyisini verdikleri ve yaşadığımız zorluklara rağmen benden hiç vazgeçmedikleri için teşekkür ettim ve onları da kucakladım.
Artık önce kendime sonra başkalarına kızmayı, eleştirmeyi, kötü söz söylemeyi elimden geldiğince reddediyorum ve yerine sevgiyi koymaya çalışıyorum. Çünkü biliyorum ki gün sonunda ben de, ve diğer herkes de elinden gelenin en iyisini yapıyor. Rokocuğumun dediği gibi: ‘elinden geldiği kadarı zaten en iyisidir ve yeterlidir.’ Bir diğer sözle herkes ne yapıyorsa elinden gelenin en iyisi bu olduğu için yapıyor. Dolayısıyla ne kendime ne de bir başkasına kızmanın kimseye bir faydası olmadığı gibi bence dünyayı ve hayatı daha güzel bir hale de getirmiyor. Sevgi ise çok başka. Bir tek kendimize ve başkalarına gösterdiğimiz şefkat ve sevginin dünyayı şifalandırma gücü olduğuna inanıyorum.
O anda Sedona’da, ormanın içerisindeki bu güzel ağacın yanında çocukluğumla tekrar barışmaya, iyileşmeye ve kendimi daha derinden, daha koşulsuz sevmeye dair önemli bir kapı açıldığını hissettim.
Greg: ‘Şahane! Minik kız çocuğunun parladığını görüyorum, çok mutlu. Bu neşe ile geri dönüş yoluna başlayabiliriz. Döndüğümüzde iç çocuklarımızla nasıl konuşacağımız üzerine sohbet edeceğiz. Bu bağlantının kapısını açtığın için tahminimce ileri ki günlerde farklı yaşlardan iç çocukların seninle bağlantıya geçecektir. Onlarla ve onlar aracılığıyla kendinle ilişkini iyileştirebilmen için onlarla nasıl konuştuğun önemli olacak.’
Ve böylece geri yürümeye başladık. Tüm yol boyunca beş yaşındaki halim benimle idi. Ormanda benimle birlikte koştuğunu, zıpladığını, ağaçlarla, kayalarla konuştuğunu, oynadığını hissedebiliyordum. Onunla birlikte ben de beş yaşındaki oyunbaz, neşeli, meraklı halime geri dönmüştüm ve bu çocuksu enerjiyi ne kadar özlediğimi farkettim. Hayatı bu çocuksu enerji ile yaşayınca her şey, en sıradan şeyler bile gözüme sihirli gözükmeye başladı.
Döndüğümüzde Greg ile karşılıklı oturduk.
Greg: İçindeki çocuk kendini iyi hissetmediğinde onunla nasıl konuşacağını biliyor musun?
Urala: Emin değilim, biliyorum galiba.
Greg: Peki diyelim ki şu an kendini iyi hissetmiyor, çekingen ve seni kızdırmaktan korkuyor. Onunla konuş bakalım, ne diyorsun?
Urala: Ah canım benim korkmana gerek yok. Herşey yolunda, seni çok seviyorum.
Greg: Korkmana gerek yok, herşey yolunda diyerek hislerini reddettin. Korkuyor ve sen korkmana gerek yok diyerek korkmasının yanlış olduğu mesajını veriyorsun. Böylece senin yanında olduğu gibi olmaktan ve tüm hislerini açıklıkla ifade etmekten çekinir hale gelecek.
Urala: Evet hiç böyle düşünmemiştim.
Greg: Bunun yerine şunu deneyebilirsin ‘iyi hissetmediğini görüyorum, nedenini benimle paylaşmak ister misin? Korkuyor musun? Evet bu korkutucu bir durum, seni anlıyorum. Ben seni çok seviyorum, sana kızgın değilim.’
Konu ne olursa olsun kendini iyi hissetmediğinde, içindeki çocuğa sevgi ve şefkat ile birlikte neşeli bir oyunbazlıkla, merakla yaklaşırsan bu çocuk sana güvenmeyi ve açılmayı öğrenecek. Önemli olan kendini kötü hissettiğinde ona kötü hissettiği için kızmaz, kötü hissetmesinin yanlış olduğunu söylemez, zorla neşelendirmeye çalışmaz ve sadece sevgi dolu bir merak ile yaklaşırsan ilişkiniz gittikçe kuvvetlenecektir. İçindeki çocukla olan ilişkini iyileştirmek demek onun hislerini samimiyetle anlamaya çalışmak, onu gördüğünü ve onu bu hislerle olduğu gibi kabullendiğini, sevdiğini göstermek demektir. Onun hislerini düzeltmek veya ona kendini iyi hissettirmeye çalışmak demek değildir.

İşte bu Greg’in bana verdiği ikinci paha biçilemez hediye oldu. İçimdeki çocuklarla ve kendimle daha sevgi ve şefkat dolu iletişim kurmayı bu sayede öğrendim. Farkettim ki her kötü hissettiğimde kendimle konuşma şeklim hep kendimi daha iyi hissettirmeye yönelikmiş, kendimi anlamaya çalışmam bile sonunda kendimi daha iyi hissettirmek için varmış. Son hedef veya çıktı hep daha iyi hissetmek olunca kendimi daha iyi hissetmediğimde, o zaman bunun için kendimi suçlu hissettirdiğimi farkettim. Bunca zamandır kendime hep kendimi daha iyi hissettirmeye çalışarak değer göstermeye çalışmışım ancak farketmemişim ki bunu yaparak kendimi aslında tam tersi daha az değerli hissettirmişim çünkü kendimi zor hislerimle, tembelliğimle, öfkelerimle, üzüntülerimle, neysem olduğum gibi kabul etmeyi hiç öğrenememişim. Bu hislerle de biricik ve değerli olduğumu kendime gösterememişim hiç.
Bu farkındalığım ile birlikte Sedona’da geçireceğim bir ayı içimdeki farklı yaşlardaki çocuklarla iletişime geçmeye, onları dinlemeye, hakettikleri sevgi ve şefkati vermeye adadım. Ancak hangi yaş çocuklarla nasıl bağlantı kuracağım, onları nasıl çağıracağım konusunda emin değildim. Bunun için özel bir zaman mı ayırmalıydım, özellikle hatırladığım incindiğim bir döneme mi geri gitmeliydim gibi sorularım vardı. Bunları Greg’e sorduğumda hiçbir şeyi zorlamama gerek olmadığını, içimdeki çocuklar ile bağlanmaya niyet etmemin yeterli olduğunu söyledi.
Greg: ‘Onlara onları dinlemeye hazır olduğunu, istedikleri zaman seni ziyaret edebileceklerini söyle, sonrasında tek yapman gereken şey alan açmak. Bilgelik, boş alan sever. Bol bol hiçbir şey yapmadığın, boşlukta, içinde kendinle kaldığın zaman ve alanlar yarat. Göreceksin bu boş kaldığın zamanlarda ilahi bilgelik birden içinde belirecek. Aynı bunun gibi bu boş, hiçbir şey yapmadığın -bir şey izleyip, okumadığın, telefonuna bakmadığın, belki de sadece bir parkta oturduğun ve gökyüzüne baktığındaki gibi anlarında içindeki çocuklar sana görünmeye ve konuşmaya başlayacaklardır. Onları sana söylediğim gibi açık yüreklilikle, hiçbir şeyi değiştirmeye çalışmadan dinlersen kendinle ilgili bir çok yaranı sadece dinleyerek şifalandırma fırsatı bulacaksın.’
Artık işim gücüm de olmadığına göre benden başka kimin bu kadar boş zamanı olabilirdi? Kendimle bolca doğada boş boş zaman geçirdiğim bu ayda içimdeki çocuklar beni bol bol ziyaret ettiler. Onları uzun uzun dinledim, çokça zaman geçirdim. Birlikte bir çok eğlenceli serüvene atıldık. Bu süreçte onlarla konuşma dilim değiştikçe, daha kabullenici ve hayranlık dolu bir meraka dönüştükçe, kendime olan sevgim de her geçen gün derinleşti. Sonra bir bakmışım kendimi artık her anımda kocaman kucaklayabiliyorum, kendi başımı okşayabiliyorum, kendi elimden tutabiliyorum. Böylece hayat çok daha kolay, kolay olmayan zor anlarda ise çok daha rahat akmaya başladı. Kendimle sürekli kavga ve mücadele etmeyi bırakınca sanki üzerimden tonlarca ağırlıkta bir yük kalktı. Böylece kendimi didiklemeyi bırakıp rahatça, hafifçe, her anı olduğu gibi deneyimleyerek hayatımı yaşayabilmeye başladım. En keyifli, eğlenceli anlarım ise çocukluğumla buluştuğum anlar oldu. Bir çocuk merakıyla, neşesiyle, yargısız, kalıpsız, sadece anlamaya, görmeye bakan gözlerle hayat ne güzelmiş!
Greg’le olan konuşmamızdan sonra eve döndüm. Tam o günlerde Andrew ile yeni flörtleşiyor, her gün mesajlaşıyorduk. Daha yeni tanıştığımız ve birbirimizi hiç tanımadığımız için benim içimde bazı korku ve endişeler vardı. Çölde tanıştığım bu yakışıklı adama her konuşmamızda biraz daha aşık oluyordum çünkü her konuşmamızda değerlerimizin, hayallerimizin, sevdiğimiz şeylerin ne kadar ortak olduğunu keşfediyorduk. Her konuşmamızda hep hayalini kurduğum hayat arkadaşımı bulduğumu hissediyordum. Bununla birlikte tabi ki yoğun korku ve anksiyete yaşamaya başladım.
‘Kim bu adam, yani çölde tanıştın da kimdir nedir bilmiyorsun sen nasıl güveneceksin, acaba psikopat olabilir mi, dolandırıcı mı, yani bu hikaye biraz gerçek olamayacak kadar güzel, kesin bir şey çıkacak içinden, tam kendimi kaptırınca bir şey olacak ve çok üzülüceksin’ gibi düşüncelerle boğuşmaya başladım. Bir yandan da aşk ve sihir yazımda bahsettiğim gibi kendime kendi yaratım gücümü, hayatımda ne istersem onun olacağını, sihri hatırlatmaya çalışıyordum. Bu senaryoyu ben yazmıştım, ben nasıl istersem öyle olacaktı. Ancak bunları kendime ne kadar hatırlatırsam hatırlatayım geri plandaki anksiyetem yine de geçmiyordu. Bir yandan diyorum ‘didoşum adam psikopat çıksa ne olacak sen zaten mutlusun hayatınla bırakır gidersin, ne gerek var bu kadar korkmaya ya, aman sal ver gitsin işte’ -yok ama yine de kalp sıkışıklığım geçmiyordu. Sonra Greg’den öğrendiğim gibi kendi içimi rahatlatmaya çalışmayı bırakmaya karar verdim, Andrew psikopat mı değil mi sorusunu çözmeye çalışmayı da bırakmaya karar verdim. Belli ki korkan kendi kendine yeten bir yetişkin olan ben değil içimdeki minik çocuktu. Eve gittim, kendime güzel bir çay yaptım ve blogumu yazmaya oturdum. Tam bu sırada Andrew mesaj attı, benim yine zihnimde felaket senaryoları ve psikopat mı değil mi sorusu dönmeye başlarken durdum. Gözlerimi kapadım ve nefesime odaklandım. İçimdeki çocuğa alan açtım ve bir süre hiçbir şey yapmadan, sadece nefes alarak oturdum. Gözlerimi açtığımda karşımda beş yaşındaki halim oturuyordu. Gelmişti.
30 y. Urala: Ah merhaba miniğim, korktuğunu görüyorum, nedir seni korkutan benimle konuşmak ister misin?
5 y. Didoş: Aşkı bulunca beni unutmandan, beni terketmenden korkuyorum. Bu adama aşık olur da kendini kaptırırsan beni ihmal mi edeceksin? Ya ben sevmezsem bu adamı, ya bana iyi gelmezse, o zaman benden vaz mı geçeceksin? Artık onunla zaman geçirip, benimle oynamayacak mısın?
30 y. Urala: Sana böyle hissettirdiğim için çok üzgünüm. Bu durumun senin için neden bu kadar korkutucu olduğunu şimdi anlıyorum. Seni asla unutmayacağım ve terketmeyeceğim. Ne zaman istersen seninle seve seve oynarım, ben seninle oynamayı çok seviyorum. Ne demiştik -sen nereye ben oraya, ben nereye sen oraya, hep birlikteyiz. Seni çok seviyorum. Eğer bu adamı sevmezsen ve sana iyi gelmezse onu hayatımızdan kapı dışarı edeceğime söz veriyorum.
5 y. Didoş: Öyle mi? O zaman bu adamın kalıp kalmayacağına ben karar vereceğim tamam mı?
30 y. Urala: Tamamdır anlaştık!
5 y. Didoş: Ben gitsin dersem gidecek tamam mı?
30 y. Urala: Tamam, sen gitsin dersen gidecek söz! İstersen şimdi bile yollayabilirim. Gitsin mi?
5 y. Didoş: Hayır daha gitsin istemiyorum, şimdilik eğlenceli duruyor. Şimdilik kalabilir. Sonrasına bakarız.
30 y. Urala: Tamamdır anlaştık!
5 y. Didoş: Çok iyi! -dedi ve kıkırdamaya başlayarak hoplaya zıplaya gözlerimin önünden yavaşça silikleşerek kayboldu.
Böylelikle beş yaşındaki halim ile oldukça eğlenceli, minnoş bir arkadaşlığımız başladı. Ona olan sözümü tuttum, onunla bol bol zaman geçirdim. Ne zaman isterse oynadım -bu bazen ormanda koşarak hoplaya zıplaya oynamak oldu, bazen evde müzikle dans etmek oldu, bazen çizgi film izlemek oldu. Onunla geçirdiğim her zaman bana çok iyi geldi ve ilişkimiz kuvvetlendikçe kendime olan sevgimin, öz güvenimin, kendime verdiğim değerin de kuvvetlendiğini derinleştiğini gördüm.
Böylece ilişkilere dair, Andrew’a dair bir türlü dindiremediğim korkularımın ve anksiyetelerimin de kaybolup gittiğini gördüm. Artık korkmuyordum çünkü zaten korkan ben değil, içimdeki minik çocuktu. Korktuğu şey ise Andrew veya ilişkiler değildi, benim ilişki içerisinde ona sahip çıkıp çıkmayacağım idi. Onunla zaman geçirip, onu ne kadar sevdiğimi ona gösterdikçe onun korkuları da gittikçe azalarak kayboldu. Çünkü artık bana güveniyordu, biliyordu ki hiç kimse için onunla olan ilişkimi ihmal etmeyeceğim. Onun korku ve endişeleri gittikçe, ben de rahatladım ve Andrew ile olan ilişkimizde yetişkin bir kadın olarak, kendim olarak varolabildim. Sık sık içimdeki minnoş çocuğa hep sordum, Andrew ile mutlu muydu, onunla oynamayı seviyor muydu. Mutluydu ve onu oyun arkadaşı olarak seviyordu. Zaman zaman kızdığı, sevmediği şeyler olabiliyordu. Bunları yok saymamak ve dile getirmek onun için çok önemliydi. Onun endişelerini yok saymayıp ilişki içerisinde dile getirince, onu koruyup kollayıp pamuklara sardıkça bir bakmışım başkalarıyla olan ilişkilerim de şifalanmaya başlamış. Bir bakmışım tüm dünya ile, hayat ile olan ilişkim şifalanmaya başlamış. Bir bakmışım artık çoğu güne gözlerimi bir beş yaş merakı, heyecanı ve neşesiyle açabiliyorum.

Yetişkin olunca kendimizi çocuklardan daha üstün, daha bilgin veya daha ermiş zannediyoruz. Halbuki ben içimdeki bu minik çocuktan çok şey öğrendim, onun sayesinde pek çok yaralarımı şifalandırabildim, onun sayesinde hayat samimiyetle, korkusuz nasıl yaşanabiliyormuş tekrar hatırladım. İçimdeki bu minik beş yaşındaki çocuk hayatıma sadece neşe, güzellik ve sihir değil aynı zamanda bir çok bilgelik ve iç görü getirdi. Ona olan minnetim, sevgim için kelimeler kifayetsiz.
A-ho minik çocuk!
Comments