#4 Agni ve Sessizliğin Gücü
- Urala
- 22 Mar
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 Mar

Zamanın Ötesinde
Seminer sonrası evimi toparlayıp yeni sahibine teslim ettikten sonra bavullarımı hazırladım, sevdiklerime sımsıkı sarıldım ve yola çıktım. Agni bana Amerika’da Santa Fe’deki evinde öğle yemeği için randevu vermişti. Amerika’ya gelince bir araba kiraladım ve Agni’ye doğru yola çıktım.
Önümdeki uçsuz bucaksız seyahat için hiçbir plan yapmamıştım. Santa Fe’de bir otelde sadece bir haftalığına rezervasyon yaptırmıştım, sonrasına Agni ile görüşmeme göre karar verecektim. Bu plansız yolda olma, bazen bir sonraki hafta nerede ne yapıyor olacağını bilmeme hali başlarda beni baya zorladı diyebilirim. Bu süreçte ne zaman geleceği düşünsem küçük anksiyete atakları yaşadım. Çünkü gelecekte nerede, ne zaman, ne yapıyorum hiçbir fikrim ve planım yoktu. Bu anlarda uzayın derin boşluklarında salınıyormuş gibi hissettim. Ancak geleceğin bu belirsizliği karşısında yaşadığım anksiyete ataklarım, beni tamamen anda kalma becerimde ustalaşmaya zorladı.
Her geleceği düşündüğümde anksiyete yaşadığım için hemen odağımı şimdiye getirmeye başladım ve dedim ki kendime ‘Didemcim haftaya nerede olacağını bilmiyor olabilirsin ancak bugün nerede olduğunu biliyorsun, şu an haftaya ne yapacağından önce cevaplaman gereken başka soruların var. Mesela bugün öğle yemeğinde ne yiyeceksin? Akşamüzeri yürüyüşe çıkmak istiyor musun? Arabaya benzin alman gerekiyor. Önce bugünün işlerini hallet, yarını yarın, haftayayı haftaya düşünürsün.’ Dikkatimi bulunduğum ana yönelik sorulara getirdiğimde derin nefes ile birlikte anksiyetemin hafiflediğini, yavaşça kaybolduğunu, ve sonrasında anın keyfini çıkarabildiğimi farkettim.
Böylece bu taktiği uygulamaya devam ettim ve her gelecek ile kaygılandığımda kendime sordum: ‘sen önce bu akşam ne yemek istediğini biliyor musun buna cevap ver! Hadi velev ki biliyorsun o zaman bugün çamaşırlarını yıkayacaktın yıkadın mı da bakiyim oturmuş bir sonraki ayı düşünüyorsun, kalk çamaşırlarını yıka, bitir sonrasını sonra düşünürsün’ diyerek dikkatimi gündelik işlerime yönelttim. Bu taktik bana gerçekten çok iyi geldi ve bana aslında tek gerçek olan şey olan bu anı yaşayabilme becerisini hediye etti.
Bir süre sonra bir baktım bu anda kalma hali alışkanlığım haline gelmiş ve ağırlıklı olarak zaten hiç çaba sarf etmeden zihnim doğal olarak bu ana odaklı kalıyor. Bu anda kalma hali alışkanlık haline geldikten sonra neredeyse hiç anksiyete ve kaygı yaşamamaya başladım. İki hafta sonra nerede olacağımı bilmesem de, yabancı bir havalimanında kimse İngilizce konuşmuyor ve ben de ispanyolca bilmiyor halimle uçağı yakalamaya çalışıyor olsam da, ve hatta Kosta Rika’da gecenin bir vakti telefonum hiç çekmiyorken yanlış yola girdiğim için kapkaranlık bir ormanın ortasında kalı kalsam da bir baktım pek anksiyete yaşamıyorum. Çünkü her zaman tam da o an daha önemli ve yolunda giden bir şey oluyor hayatımda. Ormanda mı kaldım -diyorum ki ‘yani şükürler olsun ki şu an benzinim var daha, bir şekilde çıkarım heralde, çıkamazsam düşünürüm’, sonra çıkmayı deniyorum ve bir şekilde çıkıyorum ormandan. Dolayısıyla zaten ormandan çıkmayı denemeden çıkamamak üzerine kaygılanmak nedenmiş ki?
Yolun Serabı: Dışa Bakmak
Peki, Agni’ye geri gelelim: Agni’ye giderken yolculuğumun daha başındaydım ve zihnimi anda tutabilme becerim daha pek olgunlaşmamıştı. Zihnim geleceğin belirsizliğinden ve bilmemekten çok rahatsız olduğu için can hıraş stabilite ve kesinlik arıyordu. Bu nedenle içimden hep umdum ki Agni bana kal desin ve yanında kalıp eğitim alabileyim. Böylece herşey en azından bir süreliğine belirli ve düzenli olsun. Ayrıca kendime ve kendi kalbimin bilgeliğine olan güvenim de daha gelişmiş değildi. O yüzden istedim ki Agni bana ne yapacağımı söylesin, ya da yol göstersin ben de onu takip edeyim. Hala zihnimin altında ‘ben bilmem, bir öğretmen bilir ve bu öğretmenin dediğini yapmalıyım’ varsayımı sapasağlam duruyordu. Gözlerim güven duygusunu ve cevapları kendimin dışında, başkalarında arıyordu. Agni kapıyı açtığında ise ona tam da bu arayışta olan gözlerle bakıyordum.
Agni güler yüzü ile kapıyı açtı. Gözlerime baktı ve bir süre bir şey demedi. Agni’nin sımsıcak, sevgi dolu ancak bir o kadar keskin gözleri ve bakışı vardı. Gözlerime baktığı an sanki kim olduğumu, kalbimi ve hatta daha benim bilmediklerimi dahi bildi. Cana yakın bir şekilde beni selamladı, sarıldık ve beni içeri aldı. Birlikte öğle yemeğine oturduk ve havadan sudan, biraz onun hayat maceralarından, biraz benim hayat maceralarımdan konuştuk.
Bu keyifli sohbet boyunca bana hiç spiritüel bir konuşma yapmadı, tavsiye vermedi, herhangi bir şey öğretmeye kalkmadı, hiçbir yeri ve kendi dahil hiçbir kişiyi işaret etmedi. Dostça yemek yedik, şarabımızı içtik, sohbet ettik ve bolca güldük. Ben ise hep bana bir şey öğretmesini bekledim, onun ise hiç öyle bir derdi yoktu. Eğitim sorduğumda ise, zihnimdeki beklentiyi okumuşcasına ‘ben artık eğitim vermiyorum’ dedi, başka da bir şey demedi. Kal demedi, git şurada bu eğitimi al demedi, şunu dinle ya da bunu oku demedi. Ben ise çılgınlar gibi bana bir yön göstermesini bekledim, sözlerinin satır aralarını araştırdım. Ancak o büyük bir ustalıkla, gözlerimdeki bu çılgın arayışı ve kendim dışında bir şeye tutunma arzumu görerek, satır aralarında dahi hiçbir şey demedi. Sımsıcak bir sevgi ile bana baktı, gülümsedi ve sadece: ‘kalbini dinle, o söyler’ dedi. Spiritüel ismimi sordum. Bir kağıda ‘Urala’ yazdı, ‘Pleiades yıldız takımının elçisi’. Bu ne demek diye sordum, cevabı yine aynı idi: ‘kalbine sor, bilmen gerekeni o söyleyecektir’.

Yanıtsızlığın Hediyesi
O zaman Agni’nin sessizliğinin anlamını, derinliğini, önemini ve herşeyden öte değerini bilememişim. Bilebilmem için biraz daha yaşamam ve görmem gerekecekti. Aylar sonrasında daha yeni anlıyorum o gün Agni’nin bana verdiği eşsiz hediyeyi. Agni bana o gün hiçbir şey demeyerek aslında çok fazla şey söylemiş. Agni bana o gün hiçbir şey demeyerek bana aslında ‘sen biliyorsun, cevap için bana veya kimseye bakmana gerek yok’ demiş. ‘Kendi kalbin ihtiyacın olan tek şey’ demiş. ‘Sen kendi kendine yetersin, kendine güven’ demiş. ‘Kendi kalbindeki cevapların, bilgeliklerin ve güzelliklerin farkında mısın? Başkalarına değil, kendi kalbine bak, orayı keşfet’ demiş. ‘Ben dahil başkalarının cevapları hiçbir zaman senin kendi kalbinin cevaplarından daha doğru, önemli veya kıymetli olmayacak, en kıymetlisi kendi kalbin’ demiş. Bundan daha güzel, bir insanı daha onurlandırıcı ve yüceltici ne gibi bir söz olabilir ki? Çok şey bilen gözlerine rağmen hiçbir şey demeyerek bana ne kadar büyük bir saygı göstermiş ve kendi kendime de aynı saygıyı göstermem için ne güzel örnek olmuş.
Şimdi anlıyorum ne kadar değerli bir hediye vermiş bana. Bana öz saygımı, kendime olan güvenimi, kendi bilgeliğimi hediye etmiş. O gün eğer Agni bana ‘kal sana şunları öğreteyim’ dese kalacaktım ve kendime değil Agni’ye yaslanmayı öğrenecektim. O gün Agni bana herhangi bir cevap verseydi, her bilmediğimde Agni’ye soracak ve cevapları Agni’nin bildiğine inanacaktım. Agni ise bana çok daha kıymetli bir şey hatırlatmış o gün. Kendime yaslanabileceğimi, kendi kalbimin cevapları bildiğini ve korkusuzca kendi kalbimi takip edebileceğimi sessizce göstermiş. Sessizliği ile aslında sözü kalbime vermiş ve kalbim de demiş ki: ‘bana güvenebilirsin’.
Agni’den ayrılırken son kez sarıldık ve kalbime dokunarak kulağıma son bir kez daha fısıldadı ‘her zaman kalbini takip et, hiçbir zaman yanılmazsın.’
Sessizliğin Sesi
Agni o gün bana sözle bir şey öğretmese bile, ben sonraki aylarda başka yerlerde ve başka insanlarla olan etkileşimlerimde, Agni ile olan deneyimimi hatırlayarak çok şey öğrenmeye devam ettim. Herşeyden önce sessizliğin gücünü öğrendim. Kelimeler, cümleler, sözler, kitaplarla boğulduğumuz, herkesin bir şey dediği, bir tavsiye verdiği bu dönemde: bir şey dememenin, sessizliğin ne kadar kıymetli, ne kadar güçlü ve karşındakini güçlendirici olduğunu öğrendim.
Birine tavsiye vermenin, sorulmadan bir şey ‘öğretmeye’ kalkmanın onun kendi gücünü elinden almak olduğunu öğrendim. Çünkü birine tavsiye verdiğinizde ona satır arasında ‘sen bilmiyorsun, ben biliyorum’ mesajını veriyorsunuz. Halbuki herkesin bir kalbi var ve istisnasız herkes kalbinde Tanrı’yı ve Tanrı’nın bilgeliğini taşıyor. Kimsenin kalbi diğerinden daha büyük değil. Kaplerimiz aynı ve bir. Dolayısıyla gün sonunda kimse kimseden daha çok bilmiyor. Herkes kendi doğrusunu kendi kalbinde taşıyor.
Böylece sorulmadıkça fikir beyan etmemenin en büyük bilgelik ve erdem olduğunu öğrendim. Hatta çoğu zaman sorulsa dahi kalpten gelmeyen hiçbir şeyi paylaşmamayı öğrendim. Zihnimin gevezeliklerini başkalarının üzerine yığarak, kendi sesimle onların kalp seslerini bastırmamayı öğrendim. Sessiz kalarak kalplere sadece ayna olmanın sevdiklerinize verebileceğiniz en güzel hediye olduğunu öğrendim. Tüm bu öğrendiklerim için ise Agni’ye sonsuz minnet duyuyorum. Agni’nin sessizliğinden, belki de hayatım boyunca okuduğum tüm kitaplardan çok daha değerli bir şey öğrendim.
Daha doğrusu kendimi bu yöne doğrultmayı öğrendim demek daha doğru olur. Nitekim bunları gündelik hayatın içerisinde an be an uygulamak hiç de burada böyle yazıverdiğim kadar kolay değil. Bu öğrendiklerimi uygulayamadığımda ise kendimi sevgiyle kucaklayarak elimden geldiğince hep bu yöne doğru yöneltmeye devam ediyorum.

Kalp Dinleme Sanatı
Agni’den ayrıldıktan sonra kendimi kalbimi dinlemeye verdim ancak farkettim ki kalbini dinlemek her zaman çok da kolay değilmiş. O gün önce bir ne yapacağımı bilemedim, kalp nasıl dinlenir ki? Duyduğun ses başkalarından mı veya zihninden mi geliyor, kalbinden mi geliyor yoksa korkularından mı, geçmiş travmalarından mı geliyor nasıl anlarsın? Bu sesleri nasıl ayırt edersin? Anladım ki kalbi dinlemek de hem bir sanat hem de bir zanaatmış. Düşe kalka öğrenmeye devam ediyorum açıkçası. Bu süreçte düşmekten korkmamayı ve hatta keyif almayı de öğreniyorum, nitekim düşmek de yolun bir parçası. Bazen bir sesi kalbim zannettiğim oluyor sonra anlıyorum ki kalbim değil zihnimmiş ya da derinlerden gelen bir korkummuş. Dinledikçe sesleri daha net ayırt edebiliyorum. Ancak aynı zamanda bu süreçte öğreniyorum ki niyetim kalbimi dinlemek olduğunda acısıyla tatlısıyla her deneyim beni her zaman yine kalbime geri getiriyor -korku ile hareket etmişsem, korkumun sesini öğreniyorum ve dolayısıyla neyin kalbimin sesi olmadığını ve neyin kalbimin sesi olduğunu daha iyi öğreniyorum. OG Mandino’nun Dünyadaki En Büyük Satıcı kitabında dediği gibi: ‘ışığı bana yolu gösterdiği için, karanlığı ise yıldızları gösterdiği için severim.’ Ben de kalbimin sesini yolu gösterdiği için, diğer tüm sesleri ise bana kalbime geri giden yolu gösterdikleri için sevmeyi öğreniyorum.
Sessizliğin güzelliğinden bahsedip yine çok konuştum ve yığınla söz koydum buraya. Ama hepsi kalbimden :)
İçimdeki Çocuğun İzinde
Agni’den çıktım ve kendimi kalbimi dinlemeye, kalbimi keşfetmeye adamaya karar verdim. Ancak o gün kafam çok karışıktı. Sonra dedim ki 'neyse çok düşünmeyim gidip bir kahve içeyim’. Kahve içerken internette bakınmaya başladım ve gördüm ki bulunduğum yere yaklaşık üç saat uzaklıkta sihirli bir yer var: beyaz kum çölü. Fotoğraflarını görür görmez beş yaşındaki halime döndüm ve çocuklar gibi şen ve heyecanlı dedim ki ‘ben buraya gitmek istiyorum’. Beyaz bir çölde kumlarda yuvarlanmanın hayalini kurarken, kalbin sesi nasıl dinlenirmiş, nasıl bir sesmiş, kimin sesi nasılmış tüm felsefi düşüncelerimi unuttum gitti. Sadece beyaz bir çölde kumda yuvarlanacak olmamın heyecanı kaldı. Sonrasında farkettim ki, bazen kalbi dinlemenin en iyi yolu direksiyonu içindeki beş yaşındaki çocuğa vermek. Böylece bu sefer beyaz çöllere doğru yola koyuldum -bilmiyordum ki bu çölün ve hiçliğin ortasında aşkı bulacaktım. Böylece yolum Andrew’a geldi.
Comments